19 Aralık 2013 Perşembe

Tarihte Bugün - Bibimgiller Gibi Köşe - 19 Aralık


SÜRREALİZMİN USTASIYIM, TABLOLARIN HASTASIYIM

İnsanı kömürlüğe inip düşünmeye sevk eden bir haftanın sonunda uzun zamandır yer vermediğimiz tarihi gerçeklere bir kez daha yer verelim istedik, ancak ilk durakta inecekmiş, oturmadı.

19 Aralık 1978

Yer: Televizyon başı. Takımlar: Vallahamı Spor - Hiçdedeğil İdman Yurdu. Hakem: Arnavut asıllı Bozukpa Raatışı. Sevgililiklerinin ilk dönemlerinde büyük zorluklar çeken Kerem Fanatikoğlu ve Sude Anlayışlıol, artık bu sorunları aşmışlardı. Kerem fanatik bir taraftar olmanın yanı sıra tüm lig maçlarını, kupa maçlarını, mahalle maçlarını, tutamaçlarını falan takip eden bir kişilikti. O gün dışarıda kar yağıyordu. Kerem bu 3.lig derbisini izlemenin ve tabii Sude'yi eve atmanın aynı ana denk gelmesini başarmıştı. Maç golsüz 1-1 devam ediyordu. Ve Sude, tarihte ilk kez şu soruyu sordu; "aşkitosu, bu ofsayt ofsayt deyip duruyorlar. Nedir bu ofsayt allasen? Ayrıca çek elini ordan!" deyince, Kerem anlatmaya başladı. Maç 2-2 ev sahibinin üstünlüğüyle sona erdi. Ardından İstiklal Marşı okundu. Ve kapanış! Kerem inatla anlatmaya devam ediyordu ve tarihteki ilk "kıza başarısız ofsayt anlatma girişimi" oskarını almış bulunuyordu.

Bugün Kerem'in türbesi halen Kasımpaşa Stadyumunun temelinde yatmaktadır ve Kerem'in vasiyeti gereği Sude'nin mezarı Los Angeles'tadır.

Sude'nin 2190.ncı anlamayışından sonra Kerem! (temsili)

p.s.: Burada ofsayt bilen bayan okuyucularımızı tenzih ederiz! Sonra dayak yemeyelim durduk yerde!

Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) - VI - Final Part


Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) - VI - Final Part


Neme lazım'cı bir haftanın daha ardından geçen haftadan kalan simit parçasını ağzımıza atarak efsanemizin kalan kısmını da anlattığımız bu satırlarda, siz sevgili okuyucularımızı adeta ayakkabı kutusundan çıkan milyon dolarlar kadar mutlu edeceğimizi garanti ediyoruz tombilikler... O zaman gönder gelsin...

Minotauros Efsanesi (a.k.a Animality) - Final

Şimdi geçen hafta ebe gadının da yardımıyla doğurttuğumuz yarı insan yarı boğa Minotauros doğar doğmaz ortalığa zarar vermeye başlar. Halıya işemeler, vazo kırmalar, play station kolu bozmalar derken Minos, "bu ne biçim evlat lan, bağrıma basasım yok, eldivenle sevicem yemin ederim." diye düşünerek, zamanın Ali Ağaoğlu'su Daidalos'a der ki, bir labirent yap, şu benim oğlanı da içine kapatalım yoksa cami önüne bırakıcam ama daha cami yok...



Mimar Daidalos (jamiryo!)

Daidalos labirenti yapar (gr. Labyrinthos) ve bu minik serçeyi içine kapatırlar. Bu arada Kral Minos (sevimli lan) Atinalılar'ı bozguna uğratır ve onlardan tek bir haraç ister; buna göre dokuz yılda bir Atinalılar yedi erkek yedi de bağyanı Minotauros'a kurban olarak göndermeliler ayrıca tüm tweetlerini retweet etmelidirler. Atinalıların kurbanları gönderdiği gemi siyah yelkenlidir. Ya ne olacağıdı ya.

Atina kralı Egeus'un oğlu Theseus, bu Minotauros olayına bir son vermek istemektedir lakin ki babası buna karşı çıkar. Onun yerine emniyet müdürlerini görevden almayı teklif eder. Ancak Theseus kararlıdır, gözüpektir, cimciklidir, bir yandan da sürrealisttir ve hatta masondur (oha!)... Kral Egeus bunu bir şartla kabul eder, eğer ki Minotauros'u yenerse dönüş yolunda yelkenleri beyaz olmalıdır bi de gelirken iki paket kısa samsun almalıdır.

Theseus siyah bayraklı kurban gemisine intikal eder ancak gemi buz dağına çarpıp batar. Yok lan o bu hikayede değildi. Hah! Gider varır yaban ellere, yeşil ördek gibi dalar göllere... Bu arada Minos'un ortaokul terk bir kızı vardır adı Ecem Su. Ama kısaca Ariadne diye bilinir.

Ariadne (ortaokulu terk ederken)
Ariadne Theseus'a aşık olur ve yardım ve yataklık (!) eder ona, sonuçta Theseus, Minotauros'u rüyasında Angelina Jolie'yi görürken hunharca katleder, evet hunharca! Ve manitası Adriane'yi de alarak tramvayla Eminönü, ordan de vapur. Ve bu gerizekalı arkadaş beyaz yelken takmayı unutur. Kadıköy'de oğlunu bekleyen baba Egeus bakar ki siyah yelken, yavrıııım oğluuum der, emniyet müdürlerini görevden aldıktan sonra kendini Ege'nin serin sularına bırakarak intihar eder. Çünkü ölümler çıplak gelir...

Kıssadan hisse: Etme eşşekle muhabbet, küstürürsün; silme totoyu cam kırığıynan kestirirsin!

THE END DE OLABİLİR!


13 Aralık 2013 Cuma

Tarihte Bugün - Sinyör Terim Gibi Köşe - 13 Aralık


Le Couisine Dö La Questane

Uzun bir aradan sonra ve bugün yazı ekleme günü olmamasına karşın bonus yapalım dedik ve mantılarınızı yerken bir yandan da okuyun istedik. Sonra karı gördük, kaydık, kaymaz olaydık. Buyrun.

13 Aralık 1915

Türk ve dünya siyasi tarihinde bir dönüm noktasıdır. İtilaf devletleri ve İttifak devletleri, kıyasıya, amansız, sinsi bir mücadelenin içindedirler. Avrupa ve Türkiye karanlıktır, soğuktur, iticidir ve mamafih sümüklüdür. Türkler ne yapacaklarını, nasıl nasıl edeceklerini konuşurken ve çoğunluk Almanya'nın yanında savaşa girme eğilimindeyken ve hararetli tartışmalar yaşanırken, Kafirzade Mahmut Yırtıkdon Efendi söz alır. Kürsüye gelir. Tüm ciddiyetiyle boğazını temizler. Üzgündür. İkirciklidir. Saftır. Ama bir yandan da sitivırttır. Gerekçelerini sıraladıktan sonra;" Yea girelim işte itilafların yanında savaşa ne bekliyoruz ki? Atla deve değil a canikom!" diyince, kargaşa, lé chaos, küfür, sandalyeler, sardunyalar, petunyalar, begonfiller!! Mahmut efendi hatasını fark eder ve ağzına bir adet lé bagel sokulmadan önce "Yahu itilaf demedim ittifak dedim!" diyerek kendini savunurken, tarihteki ilk siyasi gaf da yapılmış ve püskevitlerin önü açılmış olur.

Öfkeli kalabalık (after lé linch)





12 Aralık 2013 Perşembe

Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) - VI


THERE IS SNOW EVERYWHERE

My heart is yours tonight... Öhüm.. Adeta totonuzu donduran, yollarda birer buzparmak, birer cornetto edasıyla dolaşmanızı sağlayan, birlik, beraberlik ve kestaneye en çok ihtiyaç duyduğunuz şu günlerde, içinizi ısıtacak, salep gibi bir efsane ile daha karşınızda olmaktan mutluluk duyar duymaz geldik. Geçmiş olsun.

Minotauros Efsanesi (a.k.a. Animality)

Şimdi efendim, bildiğiniz üzere bu Eski Yunan'da yarı insan yarı at, yarı insan yarı boğa, yarı insan yarı M. Gökçek şeklinde çok yaratık bulunmakta. Bu minotauros dediğimiz arkadaş da yarı insan yarı boğa yarı kokoreç az pul biber şeklinde bir yaratık. Ama tabi baştan anlatmak lazım. Gimme dı müzik Alfonso!

Atina kralı Egeus, çeşitli kadınlarla ve keçilerle denemesine rağmen bir türlü çocuğu olmayan, bol salçalı kısır bir kimsedir. Fakat denemekten vazgeçmeyen Egeus, Troezen kralının kızına da göz koyar ve yalnızca göz koymakla kalmaz. Troezen kralı Ethra bunun üzerine hamile kalır ve "evladımı babamgilde doğurcam ben, hem çift vatandaşlığı olur ilerde" diyerek Troezen Devlet Hastanesi'nde doğumunu gerçekleştirir. Egeus ise acil bir toplantısı olduğunu söyleyip çocuğun doğumunu beklemez ve Atina'ya doğru yola çıkar. Yola çıkmadan önce de silahını, kalkanını, laptopunu ve akbilini bir kayanın altına saklar. Karısına da der ki, çocuk büyüyünce bu emanetleri alsın, Fiko'nun kahvesine gelsin, hanedana mensup olduğunu anlayalım. Şimdi çocuğun olmuyor, bir tane oluyor, onu da bağrına basacağın yerde sınava tabi tutuyorsun. Tıyniyetsiz adeta.

Kral Egeus (bu kadar gülecek ne vardı?)

Theseus doğar, büyür ve ölür. Yok lan daha ölmez. Doğar, büyür ve babasının emanetlerini alır, metrobüsle Cevizlibağ'dan aktarma yapıp saraya gider. Ve der ki selam baba, ben geldim.

Tam bu sıralarda Girit kralı Minos, Kurtlar Vadisi'ni seyretmektedir. Ve gaza gelen Minos (bkz.cendere cendere.mp3) denizler tanrısı Poseidon'dan ona kurban etmesi için bir boğa göndermesini ister. (bkz.alakaya bak çay demle) Poseidon boğayı verir ancak Minos boğadan hoşlanır (iyi manada) ve onu bir mağaraya saklar. Poseidon bu, yer mi? Yemez. Sinirlenerek Minos'un zevcesini boğaya aşık eder. (bkz. oha!) Zevce Pasiphae boğanın girdiği mağaraya girer, kırmızı ışığı yakar, şarap açar ve jazz müzik eşliğinde ov nays! Ve bu ov nays!ın sonucunda yarı insan yarı boğa kişiliğimiz Minotauros doğar.

Minotauros (hey gidi!)

arkası yarın, belki yarından da yakın!


5 Aralık 2013 Perşembe

Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) - Başlangıç (Bigınır)


BİR MAHMUT TUNCER KOLAY YETİŞMİYOR

Ve bir Perşembe günü daha geldi çattı sevgili okurcuğum... Geçen haftadan bu yana özlediğinizi biliyorum. O yüzden lafı fazla uzatmadan burada bitiriyorum... Şaka be şaka.. Devam ediyoruz... Şov mast go on!

YUNAN MİTOLOJİSİNDE YARATILIŞ EFSANESİ

Baktım her şeyi anlatmışız hemen hemen, dedim bir de başa dönelim de bu kuzucukları bir aydınlatalım. Nasıl başlamış bu dünya denen yuvarlak gezegendeki hayat, bi' deyiniverelim...
- Efendim dünya elipstir..
Alfonso sus ve kendine bi' içki al...

Önce Khaos vardı... Ya ne olacağıdı ya... O Khaos'un içinde birden Gaia oluşuverdi... Neticede bu kadar karmaşaya bir kadın eli değmesi gerekiyordu... Ama nasıl Khaos biliyor musun? Piiii... Televizyonun üstü toz içinde, bi' haftalık bulaşık, çoraplar kokuşmuş... Öğrenci evi gibi bi' şey... Gaia tek başına Khaos'u düzenledi ve baktı yaşı geçiyor, uygun bi' damat adayı da bulamadı, dedi ben kendi kendime hallederim bu işi diyip, sperm bankasından çektiği 36 ay vadeli krediyle Pontos (deniz baykal) ve Uranos (gök-çek melih)'u doğurdu... Burada sapkınlıklar başladı zaten... Uranos ile Pontos'tan çocukları oldu Gaia'nın... Hiç tasvip etmediğimiz olaylar bunlar... Pislik...Tabi akraba evliliği olduğu içün, Uranos'tan olma çocukları tek gözlü devler Kyklop'lar, tarihin ilk Çalık grubu olan çok kollu Hekatonheir'ler ve iki gözlü devler olan Titanlar doğdu..

Kyklop (küçüklüğü, ay ne şeker!)

Bu Kyklop'lar bi' serpildi, büyüdü, bütün ihalelere girmeye başladılar falan... Uranos tabi tahtını kaybetmek de istemiyür.. Nöbetçiler, dedi, baktı daha nöbetçi icat edilmemiş, kendi eliyle bu Kyklop'ları yer altına hapsetti...Gaia tabi ne de olsa ana yüreğine sahip bir garip Tanrıça.. Kıyamadı evlatlarına... Titanlara dedi ki bırakın şimdi saadet zinciri kurmayı, gelin gardaşlarınızı kurtaralım...

Bir Titan ve çevresindeki ölümlüler araba yerken
Bu titanlardan en küçük evlat olan Kronos, anasının çağrısına kulak verdi... Zonguldak'ta madencilik yapan bu titan arkadaşımız o madenlerle bir adet orak yaparak babası Uranos'un, çok afedersiniz ama pipisini keserek bu zulme son verdi...

Sonraları Kronos emekli olup Marmaris'e yerleşince, çocukları arasında taht kavgası başladı. Biri ben kral olucam ben büyüğüm derken, öteki kime göre büyük neye göre büyük diyor, bir diğeri önemli olan işlevi diye diretiyordu. Sonuç olarak Zeus, genel seçimlerde, biraz da ölüler ülkesi Tartaros'tan aldığı oylarla Baştanrı olurken, Poseidon denizler tanrısı, Hades ise yer altı dünyası Hades'in tanrısı olarak meclise girdiler...

Zeus (ortada), Poseidon (sağda), Hades (solda), Cam şişe (en önde)

Zamanın müteahhidi olan Velixos Göcheros'a Olympos Dağı'nda bir saray inşa ettiren Zeus, amca oğulları, hala kızları ve bibileriyle buraya yerleşti ve her şey böyle başladı sevgili okurcuğum... Yaaa nereden nereye...

not to be continiued!!!



28 Kasım 2013 Perşembe

Tarihin Ön Balkonu - Beylikler IV ve V


INSTAGRAM İCAT OLDU, PİKSEL BOZULDU


Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı bir haftanın ardından, yapılan arkeolojik, paleolitik ve katalitik çalışmaların ışığında size yepyeni iki beyliğin bilgilerini sunmanın haklı gururunu yaşarken ayaklarımı uzatıp mohitomu yudumluyorum. Alfonso gazetelerimi getir.

- New York Times kalmamış, Posta aldım ben de.
İyi yapmışsın.

Havaryu Beyliği

Bugünkü Antep dolaylarında, anglo-sakson etkisinde kalarak kurulmuş bu beyliğin kurucusu II. Frederik Osman'dır. Hal hatır sorma konusundaki duyarlılıkları nedeniyle bu ismi alan beylik, daha sonra Sasaniler, Abbasiler, Hititler, Roma İmparatorluğu, Selçuklular, Yukarı Dudullu Zabıta Amirliği ve İşportacılar tarafından sürekli saldırıya uğrasa da tamı tamına 18 ay varlığını sürdürmüştür. Günümüze hem ingilizce hem de doğu şivesinde bıraktıkları "havaryu" kalıbını ulaştırmışlardır. (bkz. annem havar havar komşulaaar havar)Başlıca geçim kaynakları simultane tercüme ve buzdolabı magnetleridir. Havaryu beyliğine ait kalıntılar bugün hala Fono Açık İngilizce Kurslarında görülebilmekte hatta ne görülebilmesi, dokunulabilmektedir bile. Koklayan da var.

II. Frederik Osman (I.si nasıl varın siz düşünün)


Fayntenksendyu Beyliği

Havaryu Beyliği'nin tarih sahnesinden silinişinden hemen sonra, sahnenin tozunu silmek için ortaya çıkan Fayntenksendyu Beyliği'nin kurucusu benim. Şaka be şaka. Kurucusu I. Riçırt Çelebi'dir. Beyliğin yetiştirdiği okumuş etmiş çocuklar zamanla diğer krallık ve beyliklere özel kalem müdürü olarak atanmış, bilgi yarışmalarında büyük ödüller kazanmış ve ingiliz diline bıraktıkları "fayn tenks end yu?" kalıbıyla tüm dünyaya isimlerini duyurmuşlardır. Ama yine de başlıca geçim kaynakları kontörlü telefondur. Beylik kurulma aşamasından yıkılışına kadar her türlü diplomatik sorunun üstesinden gelse de maalesef  Fakoff Beyliği tarafından hezimete uğratılmışlar, hazır uğramışken de bi' çay içmek için zorlanarak iyice ortam çocuğuna döndürülmüşlerdir. Fakoff Beyliği tarafından farları açık bırakılan Fayntenksednyu Beyliği, akülerinin bitmesi sonucu tarih sahnesinden yallah tazyik! Evet. Ne acı!

I. Riçırt Çelebi (fayn!)

Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) - V


LAMBAYA HUMPF DE!

Bu uzun aradan sonra boynuma sarılmak isteyen okuyucularımızın gözlerinden öperken, bir hazan mevsiminde ve bir Perşembe gününde daha beraber olmanın mutluluğu öeeeh.. Çok uzadı cümle.. Alfonso, mohitom nerde kaldı?

Kral Arthur Efsanesi

Şimdi efendim bu söz konusu efsanemiz bildiğiniz üzere, daha sonra sömürgelerden sömürgelere koşan Britanya'da geçer. Arthur bıyıkları daha yeni terlemiş, facebook profili caps'lerden geçilmeyen, sabah akşam sokaklarda zağar gibi gezen bir toramandır. Olayın geçtiği günlerde Britanya'da krallık için yarışmalar yapılmaktadır. Yumurta yarışı, nokia 1100 ile en hızlı mesaj yazma, kılıçlan adamı ikiye bölme ve kpss'den 85 puan ve üzeri almak gibi zorlu mücadeleleri geçmek gerekmektedir. Tüm becerileri gösteren Arthur'un kardeşi Melih Pörçek -ya da bilinen adıyla Kay- kılıçla adamı ikiye bölme yarışındayken kılıcı kırılır ve Arthur'a dönüp, koş lan bana bi' kılıç bul gel, kral olursam seni de soytarı yapıcam hadi koş, diyince Arthur Eminönü'ne bakar, ordan aktarma yapıp Tünel, Taksim derken aklına birden kilisenin bahçesinde taşa saplı olan kılıç gelir. Onu alayım da ağabeyciğime götüreyim diye düşünen Arthur kılıcı kaptığı gibi ağabeyine götürür. O taşa saplı kılıcı çekip çıkartmak da Britanya kralı olmaya yeterlidir. Zira kılıç efsanevi Excalibur'dan başka bir kılıç değildir. Tabi Arthur watsapp'tan kafasını kaldırmadığı için olaylardan habersizdir. Ağabeyi Melih kılıcı hemen tanır ve babasına koşarak, ahanda efsanevi kılıcı çıkardım babacığım, alem buysa kral benim, der. Ancak babası Ector ona inanmaz ve kılıcı taşa saplayıp tekrar çıkartmasını istediğinde apışıp kalır. Arthur, durun yeaaa ben çıkartayım, tam çıkartırken haberim yokmuş gibi çek panpa, diyip tereyağından kıl çekermişcesine kılıcı bi daha çıkartır ve kral olur. O anda bir çocuk bağırır: "kral çıplak!" Arthur da bağırır:" E banyodayız ya!Kıyafetle mi çimeydik?"

Kral Arthur (şımarırken)


Fakat olaylar öyle gelişmiyordur. Arthur orayı burayı fethedip, kral tv ve kral fm'i kurup, kokoreç fiyatlarını da yarıya indirirerek halkının gönlünü kazansa da tam bir ırz düşmanıdır. İzlanda'yı fethedince oranın kraliçesi Margawse'ye aşık olur. Ama tabi Margawse evlidir. Arthur dinlemeyip, yürü gız diye çekiştire çekiştire kadını Britanya'ya getirir ve lanet başlar. (let the curse begin..i know ingilizce)

Kral Arthur'un kaderini belirleyen, koruyucusu, dadısı, şoförlük öğreteni, at bindireni ve tabi panpası Merlin adında bir büyücü vardır. Zaten büyücü olmasa şaşarım. Sürekli kehanetlerde bulunan zamanın madrabazı Merlin, Margawse hakkında Arthur'a der ki, lanetin en büyüğünü üstüne aldın panpa, zira Margawse senin kız kardeşin (oha!)...

Merlin (halasının kızının düğününde)

Merlin kehanete devam eder;" bu sene doğacak bir çocuk senin felaketin olacak. ve bu sene hep lotoyu bi' rakamla kaçıracaksın, candy crush'ta hep bi hamle kala süre bitecek, ne zaman otobüse binsen akbilin boş basacak ve ayakkabıların hep ayağını vuracak, benden söylemesi." Arthur o sene doğan (slx) bütün çocukları bir gemiye doldurup yallah denize. Tabi kehanet gerçekleşecek ya, o çocuk sağ kurtulur ve bir çoban bulup, başka kim bulacağıdı ya, yetiştirir, adını da Baattin koyar. Bu arada Arthur, zamanın ilk meclisi olan Toparlak Masa Şövalyelerini oluşturur. Sonra binbir türlü entrikanın ardından ve Arthur'un bir türlü uçkuruna sahip çıkmayışından ötürü her şey kötü sonuçlanır. Excalibur kaybolur, toparlak masa şövalyeleri Burger King açıp işletirler. Ve koskoca kral Arthur da o çocuğun furduğu pıçak darbesiyle tımbırdayıp gider öte dünyaya.

Kıssadan hisse: Bizim bi' arthur vardı, çok kral adamdı...

Kral Arthur (tımbırdarken)


21 Kasım 2013 Perşembe

Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) - IV (son part)


STV DİZİSİ GİBİYİM, FANTASTİK

Ve geldik final bölümüne. Allahım bitmesin, bitmesin bu rüya, sonunda ellilik olsun, bi de ortaya karışık çerez...

MEDEA EFSANESİ - Final Part

Iason, görevleri bir bir yerine getirmeye gider lakin ki öyle değildir. Iason'a vurgun olan Medea ablamız aslında bir büyücüdür. Kendine hayrı var mıdır peki? Yok. Neyse. Yavuklusu Iason'a tüm yaralara iyi gelen bir merhem hazırlar.  Eczanelerde kırmızı reçeteyle satılan bu merhemi kullanan Iason, abuk subuk görevleri tamamlayarak Kral Aietes'in karşısına çıkar fakat Kral Aietes yavşaklık postuna büründüğü içün (içün tabi ne sandın) sözünde durmaz. "Altın Post maltın post yok lan sana, serseri, yürü git. Nöbetçiler atın şunu" diyince, Medea ve Iason kafa kafaya verir ve Altın Post'un asılı olduğu ağaca ilerler. Bir bakarlar ki oradan yol geçmiş. Avm yapımına başlanmış. Neyse ağacı başka yerde bulurlar. Altın Post'u koruyan ejderhayı uyutan Medea, Iason ve adamları postu alıp sessiz sedasız gemilerine biner. Medea karısının bir de kardeşi vardır. Adı Absyrtos. Bunu da yanına alır Medea, Iason'un ülkesinde belediyede falan bi işe yerleştiririz, geçinip gider yavrucak, diye düşünür. Kral bunların kaçtığını öğrenince küplere biner. Sonra küplerden inip gemiye biner. Daha mantıklı neticede. Iasongilleri takip ederkene Medea'nın gözü döner ve kardeşini öldürüp parçalarını denize atar. Kral Aietes, evladının parçalarını denizden toplar ve topladığı parçalardan 1000 puan kazanır ancak Iasongilleri de elinden kaçırır.
bkz. 1000 puan.

Antin kuntin bir sürü macera daha yaşadıktan sonra nihayet Iason'un memleketi Çorum'a (o zamanki adıyla Iolkos'a) ulaşırlar. Iason hemen saraya çıkar, bir bakar ki Sümbül Ağa! Yok lan o bu hikaye değildi bi dakika. Hah! Bir bakar ki kral babası vefat etmiş. Amcası tahta oturmuş. Gep gep geriniyor. Artık çift olarak entrikanın dibine vurmuş olan Iason-Medea çifti, amcayı kendi kızına öldürtür. (sürekli birileri ölüyor arkadaş. demokrasinin temelleri o zaman atılmış zaar) Fakat dertler bitmez ki. Amcanın torunu tahta geçer bu sefer ve bu yaman ikiliyi derdest edip ülkeden sittiraaaa...

Bunlar da, zamanın İstanbul'u olan Korinthos'a yerleşir. İki tane bebeleri, 36 tane ördekleri ve bir miktar B tipi likit fonları olur. Korinthos kralı ise, sanki kocaaaaa Yunanistan'da adam kalmamış gibi kızını Iason'la evlendirmek ister. Bu arada Altın Post'u Kapalıçarşı'da okutan çiftimizin de eli bollaşmıştır, Beylikdüzü'nde 2 tane apartman, villalar millalar... Iason, hem iktidar olmak gayesiyle, hem BOP eşbaşkanı olma hevesiyle hem de Medea'dan sıkıldığı için kralın kızıyla evlenir. Büyük yanlış! Çünkü ne demişler, karın bir büyücüyse uçkurunu iki kat bağla! (güzel laf, ben buldum) Bu arada kızın ismi de Kreusa'dır. İnanışa göre ilk Wipe Out sunucusudur bu kız. 
Medea'nın kuması Kreusa (ov nays!)


Neyse efendim. Düğün için Medea, Kreusa'ya bir giysi yollar. Kreusa düğünde bu kıyafeti giyer ve babasıyla birlikte cayır cayır yanarak can verir. Ama Medea bununla yetinir mi, hayır tabi ki. Bir yunan trajedisinde en az 5 kişi ölmelidir ki ben ona trajedi diyeyim. Dolayısıyla Medea, Iason'a son bir pislik yapayım diyip iki çocuğunu öldürür ve Iason'un önüne atar. Iason, "nerden evlendim seninle mahkeme duvarı suratlı karı?" diye feryat ederken Medea çoktaaaaan yeni maceralara yelken açmıştır bile. Halbuki niye yelken açıyorsun. Bin Yarmaray'a 12 dakikada karşıdasın... Sevimsiz.

Ve işte bir efsanenin daha sonuna gelirken, sonbaharda dökülen sapsarı yapraklar falan filan... 

finito!

20 Kasım 2013 Çarşamba

Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) IV (ikinci part)


ŞİRİN Mİ ŞİRİN HOBBİTKÖY'ÜN EVLERİ

Dün yazdığımız efsaneye gelen inanılmaz ilgiden sonra (9 kişi okumuş) dedik ikinci bölümü de yazalım. Arayı fazla soğutmayalım. Evet harlayalım Alfonso...

MEDEA EFSANESİ - Part II

En son bizim ipsiz sapsız Argonatlar, Altın Post'u almak üzere Colchis'e doğru yola çıkmışlardı. Oradan devam ediyoruz o halde. Şimdi efendim bu Argonatlar çeşitli badireler atlattıktan ve gümrük vergilerini ödedikten sonra Colchis'e varırlar. Kral Aietes bunları iyi karşılar tabi. Neticede babacan adam. Misafirmermer bir kişiliği var. Yufka yürekli. Sezercik filmi gibi. Kadayıf. Bal bu bal.. (ne övdük lan)

Iason, kızlı erkekli, yemeli içmeli, danslı cümbüşlü, edili büdülü bir şölenden sonra Kral Aietes'i kenara çeker. Çeker çekmesine de öncelikle bir ayrıntı var ki zaten efsaneye adını vermiştir. Kralın kızı Medea. Tarihteki ilk psikopat. Çok tehlikeli. Çakmakla yanına yaklaşılmayacak, baretini mutlaka giymiş olman gereken bir insan. Medea o zamana kadar biçki dikiş kursları, İSMEK'in bilgisayar kursu, tarhana yapımı ve candy crush gibi uğraşlarla zamanını geçirmiş, bıyıklı ve kaslı bir ablamızdır. Iason da bencileyin biraz tabi çekici, yakışıklı, biscolata erkeği tadında olunca, Medea'nın buna dibi düşer. Medea'nın düşen dibi bugün hala Çayeli sırtlarında görülebilmektedir.

Medea (ov şit!)

Iason, kenara çektiği Kral Aietes'e der ki;" Hocam bak. Birbirimizi oyalamayalım. Benim panpaları gördün. Alayı psiko. Alayı Zeytinburnu çocuğu. Mermiye kafa atan adam var içlerinde. Bizi üzme. Gel şu Altın Post'u ver. Alıp gidelim biz onu. Daha Kurtlar Vadisi'ne yetişcem. Hadi muhtar. Ne diyosun?"

Aietes kaba kuvvetle bu işi çözemeyeceğini anlayınca dur şunlara bir Ali Cengiz oyunu edeyim diye düşünür. Sonra Ali Cengiz nedir ya diye düşünür. Neyse. "Evladım Iason. Şimdi Altın Post'u vereyim vermesine de, delikanlı adamsın, bizim başımızda bir belalar var ki sorma, ekinler talan oldu, bebeler aç, kızım Medea'nın halini görüyorsun zaten. Senden bazı görevler istesem. Bizi ancak sen kurtarabilirsin kahpe bizansın yiğit Iason'u!!" diyince Iason düşünür, serde delikanlılık var, alayına isyan, forza çarşı... Kabul eder görevleri. Görevler tabi basit şeylerdir. Ateş püskürten öküzlere boyunduruk takıp tarla sürmesi, ejderhayı öldürüp o tarlaya dişlerini ekmesi ve sonunda ejderha dişlerinden çıkan savaşçıları yenip, gelirken de BİM'den yoğurt alması yeterlidir. (Buradan Yunan mitolojisine soruyorum, what the f*ck are you drinking?* Evet.)

Kazın ayağı ise başkadır a dostlar. Çünkü bu görevleri Kral Aietes'ten başkası yerine getiremez diye bir durum vardır ortada. Peki Iason ne yapacaktır, nasıl nasıl edecektir?

Arkası yarın...

neden continued olmasın ki?!


*"ne içiyorsanız ben de istiyorum" anlaımda İngilizce tümce.

19 Kasım 2013 Salı

Tarihin Ön Balkonu - Efsaneler (Lecınds) - IV


METALLICA BOZDU YEA!

Efsaneler başlığı altındaki paylaşımlarımızın az olmasından şikayetçi olan okurcuklarımız bugün sabah saatlerinde beni ödemeli aradılar. Yaptığımız toplantıda kendileriyle uzlaşmaya vardık ve işte yeni efsanemiz. Her şey okurcuğumuz için. (yürü be)

MEDEA EFSANESİ

Altın Post efsanesi diye de bilinen efsane cancağızlarım, bugünkü Sürmene civarlarında geçer. O zamanki krallığın adı Boeotia, kralın adı Athamas (Athamassan athama yar athamassan athama..öhüm) bir kız, bir de erkek çocuğu var bunun. Kızın adı Helle, oğlanın adı Phrixus, ikisi de iyi evlatlar, ellerinden öper. Kral Athamas'ın karısı genç yaşta otomatik kapı çarpması sonucu ölünce (otomatik kapı çarpar!) kral yeniden evlenir. Üvey anne cadııı, laneeet, piiiis, tuvalet terliği gibi bi' kadın. Çeşitli katakulliler sonucu krala der ki çocukları Tanrılara kurban edeceksin. Kral Athamas, yav hanım gel bi' koç keselim olmadı amcamgillerle danaya girelim dese de üvey hatun nuh der peygamber demez. Tabi nuh diyince kimse bi şey anlamaz. Evet. Neyse kral Athamas, sonuç olarak tam çocukları öldürecekken, ölen anaları Tanrılara yakarır ve Altın Postlu bir koç gelerek çocukları alır kaçar. Ama tabi koç bu, dengesiz hayvan, Çanakkale taraflarında Helle'yi sen düşür sırtından.. Abovv.. (Kesin bilgi yayalım! Yunan mitinde Çanakkale'ye Hellespontos denmesinin nedeni budur!) Koçla beraber yoluna devam eden Phrixus, Susurluk tesislerinde mola verdikten sonra Colchis denen ülkeye gelir. Zeus'a koçu kurban eden bu tospa kişi, Altın Post'u da Colchis'in kralı olan, babacan tavılarıyla Hulusi Kentmen'i andıran Aietes'e verir.

Kral Aietes (emsalsiz)


Yıllar tepelerden aşşağı koşan vahşi atlar misali yuvarlanırken, Altın Post'un ünü de dört bir yana yayılır. Bugünkü ve o günkü Yunanistan'da kahvede pişpirik oynayan Iason ve arkadaşları, işsizlikten terliklerini kemirme derecesinde yağız delikanlılardır. Doğan görünümlü şahinlerle mahalleliyi sinir etmedikleri zamanlarda kahvede takılan gençler bir gün haberlerde Altın Post'un haberini görürler. Ve dumanlı bir ortamdayken Iason der ki; "Agalar, askerden geldik, iş yok güç yok, peder bey evden yakında şutlar beni, gelin şu Altın Post'u alalım, Kapalıçarşı'da okuturuz. Ben kontörcü açıcam. Sizi bilmem. Var mısınız la?" Bir anda gaza gelir bunlar ve hemmen bir gemicik (!) inşa ederler. Geminin adını önce Gecelerin Yargıcı koymak isteseler de, akılda kalıcı olsun diye "hızlı" anlamına gelen Argo koyarlar. Dolayısıyla bu it kopuk tayfasına da Argonatlar denir. Ve Argonatlar yola çıkar.

Argonatlar (of course)
Devamı gelecek bebeğim... Az sabır... 

en azından continiued...

18 Kasım 2013 Pazartesi

Tarihte Bugün - Diskotek Gibi Köşe - 18 Kasım


ARTIK ÇOK GEÇ YALVARMA

Dönüş yok o yıllaraaa, bil ki sana bu son... Öhüm... Merhabayın dayı oğulları ve teyze kızları... Şimdi arkanıza yaslanın, sonra biraz öne eğilin, hah tamam kal öyle... Ve okuyun... 

18 Kasım 1896

Efendim, şimdi bu Fransız Lumiere kardeşler var. Bizim Yurtseven Kardeşler gibi ama fransızca konuşanı işte. Bunlar Paris'te (ya nerde olacağıdı ya) "La Ciotat Garı'na Trenin Varışı" adlı saçma bir filmi gösterime sokuyor 1895'te. Daha sonrasında bir Alman Yahudisi olan Sigmund Weinberg (hele hele) aynı filmi Galatasaray'dan aşağıya inerken bi' birahane var bildin mi? Hah işte orada gösteriyor bu. İzleyiciler arasında gazeteci-yazar Artin Kılkuyruk Efendi de var tabi. Filmi izleyen Artin efendi, ertesi günkü mecmuasında bu güzelim film için şöyle yazıyordu ve tarihe ilk gerizekalı film eleştirisi olarak geçiyordu cancağızlarım. Bakalım görelim ne yazmış.

"Dün akşam vakitlerinde, Pera'dan aşağıya iner iken, Galatasaray civarlarında bir kalabalık güruh gözüme ilişti efenim. Merakımı celbeden söz konusu gruba dahil olduğumda, bir meyhaneye gittiklerini fark ettim. Ben de peşlerinden seyirttim. Bir de ne göreydim a dostlar? Meyhane sahibi Sigmund, meyhane duvarında bir le movie canlandırmasın mı? Le movie'yi izledim lakin, filmografi açısından çok karanlıktı. Her şey siyah beyaz olur mu efenim."

Evet.

Artin Kılkuyruk Efendi (dö la!)

15 Kasım 2013 Cuma

Tarihte Bugün - Liposakşın Gibi Köşe - 15 Kasım


SÖZ SÜKUTSA GÜMÜŞ ALTINDIR

"Başlığı yanlış yazmışsın yazar kişisi ehehe" dediğini duyar gibiyim okur. Böyle hataları yapacak birine mi benziyorum ben? Aşkolsun. Alfonso bu arkadaşı çıkart dışarı.
- Hay hay efendim.

15 Kasım 3 (m.s.)

Zaman makinemizden indiğimizde Roma sokakları çok canlıydı. Bize garip garip bakıp "kesin yunanlıdır bunlar" deyip geçen kalabalığa yüzümüzü dönmeden hemen karşımızdaki dükkana girdik. İçeride bir kadın vardı ve tabelada Latince "Helenistik Her Türlü Fal, Büyü, Katakulli Merkezi - 2'den Beri" yazıyordu. Yeni açılmış bu merkeze insanlar hiç gelmemişti. Bizi karşılayan kadın falcı Rezzanis Kirazos'tan başkası değildi. Altımıza minder, sırtımıza havlu, önümüze şekerli kahve koyduktan sonra bir süre sohbet ettik kendisiyle. Daha sonra "abe abicim, at bi ak yirmibeşlik de falcağızına bakayım" diye teklifte bulundu Rezzanis. Peki dedik. Falımda balık, at, para, uzun yol, düşman ve sonunda kısmet çıkmıştı. Böylelikle hem moralimiz düzeliyor, hem de tarihte fallarda ilk kez kısmet çıkıyordu ve biz de bir güzel kerizleniyorduk. Roma güneşliydi, Roma güzeldi. Dondurma (kadim roma dondurması) ve pizzalarımızı yedikten sonra geri döndük. Tarihin gidişatında bir rolümüzü daha tamamlamış olduk böylelikle. Hey gidi.



Rezzanis Kirazos (abovvvv bu ney?)

13 Kasım 2013 Çarşamba

Tarihin Ön Balkonu - Beylikler III


BERBER DEDİĞİN İKİ ŞIK ŞIK Bİ' TIK TIK

Bugünkü şanslı kelimemiz hülasa. Özet olarak, kısacası anlamında kullanılıyor çokça. Peki bundan size ne? Eğitici yönümüzü bir daha göz önüne serelim dedik ne var bunda? Hayır neden kızıyorsun? Alfonso at bunu dışarı.
- Evet efendim, sepet efendim.

Alfonso (temsili)


KAANYAKUPHANOĞULLARI

Bugünkü gotham city, o zamanki adıyla Manisa civarlarında kurulmuş olan bu beyliğin kurucusu IV. Henry'dir. Şaka be şaka! Kurucusu Kaanyakup Han'dır. Adını böyle han falan koyunca tabi bi' gaza gelme oluyor insanda ama yine de çapını bilip "önden bi beylik kuralım da gerisi gelir zaar" düsturuyla hareket etmiş olan Kaanyakup Han'ın özel uğraşları arasında çinicilik, binicilik, ziraat mühendisliği, böcek ilaçlamacılığı, çekirge açacağı ihracatı ve spikerlik bulunmaktadır.1299 yılında kurulan beylik, "Osmanoğullarından mı kopya çektiniz lan ehehe" gibi tilt edici cümlelere "ya neaaalakası var arkadaşım. tesadüf denen bir şey var. hem benim dedemin aklına gelmişti beylik kurmak da işte paramız çıkışmadı" diye cevaplar vermiştir. Kaanyakup Han, spikerlik denemelerinde "deli lan bu" şeklinde onur kırıcı, heves baltalayıcı tepkilerle karşılaşmış olsa da, arkasına aldığı dünya haritasının kafasına düşmesiyle hem bütün uğraşlarından hem de beylikten tamamen vazgeçerek Budist olmuş (oha!) ve Budizmin merkezi olan Çorum-Sungurlu'ya yerleşmiştir. Durum bu yani!

Budizme giden yol! 

Tarihte Bugün - Semiramis Pekkan Gibi Köşe - 13 Kasım


BİNLERCE VİRTÜÖZ VAR

Gül yüzünün güldüğünü görünce içimde bir mutluluk peydah oluyor eyy tombilik okur... O zaman haydi eller havaya...

13 Kasım 1982

Başına bir darbe almıştı bu memleket. Yeni yeni toparlanıyordu ortalık. Ve bir darbe daha geldi aslında başımıza. Kimse fark etmedi, kimse hissetmedi, fallarda bile çıkmadı. Bu darbenin adı: Vatka'ydı. 80li ve 90lı yıllara darbesini vuracak olan bu kadim tekstil ürünü, ilk olarak hala ve teyzelerin abiye kıyafetlerinde görülmeye başlandı. Omuzları dik, göğüsleri yukarıda, gözleri ateş saçar hale getiren bu mühim ürün, aslında sağ ve sol omuzlara dikilen sünger parçalarından ibaret olsa da özellikle düğün, nişan, sünnet gibi cemiyet hayatımızın vazgeçilmez organizasyonlarında giyilen bluz ve elbiselerde sıkça kendini göstermiş, hala-teyze güruhunun özellikle Ankara oyun havalarında, omuzlarını oynattıra oynattıra (ohh ohh yandan) oynamalarında büyük katkısı olmuştur.İlk vatkalı bluz denemesini bu tarihte gerçekleştiren Ayfer Topuzlusaç, Allahcezamızıversin Tuhafiye'den aldığı ve altın gününde giydiği vatkalı bluzuyla büyük beğeni toplamış ve ilk eşcinsel ilişkisini de yine o gün yaşamıştır ama tabi +18 bir hikaye olduğundan burada şimdi tam da efendim... Evet. Neyse ki büyük omuzlu, rugby oyuncusu görünümlü bu ablaların günümüzde nesli tükenmiştir. Çok zor zamanlar geçirdik biz çok. Ahhh ah...


Ayfer Hanım (after party)

11 Kasım 2013 Pazartesi

Tarihin Ön Balkonu - Beylikler II


MUHTAR ADAYI GİBİ, UMARSIZCA

Sonbahar gelende hep bir hüzün çöker başlıklarıma ey gül yüzlü okur. Velakin yapraklar dökülürken birbiri ardına, hep aynı soruyu sorarım: fazla akbili olan var mı?


NEJATYAVAŞOĞULLARI

Bugünkü Beytüşşebap yakınlarında, yani yürüyerek 10 dakika filan mesafede kurulan bu beylik, Tevetoğulları beyliğine son verdikten sonra daha bir serpilmiş, zamanın kadısı Suat Kılınçov Efendi (devşirme)'den de kuruluş fetvasını alıp istiklal marşı okumalarının ardından resmen kurulmuştur. Başlıca geçim kaynakları müzik de olsa bu beyliğin sesi güzel (nuri) sanatçı yetiştirme konusunda pek bir başarısı bulunmamaktadır. Sözlerini geri almayan dik başlı bir beylik olan Nejatyavaşoğulları aynı zamanda bir umuttur yaşatan insanı felsefesiyle aslında optimizmin temellerini de atmış olabilmeleri mümkündür. Çayın suyunun boyunu aşmasıyla beraber tarih sahnesinden silinen beyliğin kurucusu XII. Nejat'tır.. İlk 11 Nejat'a ne olduğu bilinmese de sanırım o gün maça çıktıklarından beyliğin kuruluşu buna kalmış. Tam emin değiliz. Lepiska saç konusunda ileri düzeyde olan beylik ayrıca heyyy ve hoooo nidalarını sıkça kullanmalarından dolayı garipsenmişlerdir. Aşağıda XII. Nejat'ı beyliği kurarken görebilmekteyiz.

"Beyliği kurayım da tuvalete gideyim." 

Tarihte Dün -10 KASIM



RAHAT UYU BÜYÜK ADAM!

Dün yazı ekleyememiş olsak da, bu tarihi atlamak olmazdı. Baştan uyarayım bu ciddi bir yazıdır!

10 Kasım'ı kendi gözlerimden anlatmak istedim. 

Anne ve baba öğretmen olunca, okula başlamadan okullu oluyorsunuz. Evin her yerinde kitap, defter,kalem,bayrak ve tabii Atatürk köşesi için hazırlanmış onlarca döküman. Her milli bayramda ve 10 Kasım'da çocukluktan itibaren bir katılım yapmak durumunda kalıyorsunuz. Önceleri, Atatürk'ü tanımadan önce, çok şaşırtıcı gelmişti bana. İnsanlar 10 Kasım'da bir araya toplanıp şiirler okuyordu, üzgün yüzlerle saygı duruşunda bulunuyordu. Ama bu adamı görmüyorduk hiç. Nerelerdeydi? Bir gelseydi de görseydi keşke bizi. Ama gelmiyordu. Bence bu yaptığı hiç hoş değildi. Sonra O'nun yıllar evvel öldüğünü öğrendim. Babam bile yokmuş o öldüğünde. Üzüldüm. Bu kadar saygı duyulan bir insanı göremeyecektim. 

Okudukça, araştırdıkça, yaşadıkça bu büyük adamın yaptıklarını ve diğerlerinin yapmaya bile cesaret edemediklerini gördükçe daha da saygı duymaya başladım Atam'a... Sonraları bir kitap getirmişti babam. Atatürk'ün kendi el yazısıyla aldığı notları. Küçücük bir kitaptı. Bir tarafı yırtık. Yazdıklarını okuyunca içinizden, e bu adam bugünü yaşıyor yazdıklarında, diye düşünüyordunuz. Sonra bir kitap daha. Bu sefer yabancı bir işgal devleti gazetecisinin kaleme aldığı. Yerden yere vuruyordu Atatürk'ü. Belgeler de veriyordu tabi. Günümüzde böyle bir kitap yazılsa herhangi bir lider hakkında herhalde en basitinden bir diplomatik krize yol açardı. Kitabı okuduktan sonra araştırdım peki Atam bu kitaba ne tepki vermişti? Kendisinin haberi olmadan yasaklatılan bu kitabın yasağını kaldırıp bunun da okunmasını istemiş, kitaptaki bazı iftiralara ve karanlık noktalara açıklık getirmek için bir cevap kitabı yazmıştı. Hepsi bu. Cevabındaki üslup o kadar derindi ki, kitabın yazarı sanırım daha bir saygı duymuştur Atam'a... Çünkü söz konusu kitapta bile, o kadar yazdıklarından sonra;" memleketin herhangi bir felâketi veyahut memleketini ve milletini alâkadar edecek herhangi mühim bir hadise zuhur etti mi, onun içkisini de, eğlencesini de bir tarafa bırakıp pençesini hadiselerin üzerine atarak arslan gibi kükrediğini" yazmıştı.

Dün 10 Kasım'dı.... Çağdaşı, düşmanı, O'nu hiç sevmeyen dünya liderlerinin tümünün saygı duyduğu ve hala dünya liderlerinin çalışmalarını örnek aldığı, sadece liderlerin değil, şu anki yabancı ünlülerin bile sevdiği (bkz. Katy Perry: Keşke ATATÜRK İngiliz olsaydı. İngiltere daha adil bir ülke olabilirdi.), bizimse fikrimce daha tam anlayamadığımız, anlıyorsak da sahip çıkamadığımız o büyük insanın bizi bırakıp gidişinden bu yana yetmiş beş sene geçmiş. Üzüntüm O'nu göremeyecek olmam değil artık. Üzüntüm O'nu anlayamayan bir neslin yetişmesi, hatırlamayan insanların olması, sevmese de saygı duyması gerektiği bilinci olmayan insanların olması.

"Nasıl bu hale geldiniz? Nasıl uyuyacağım ben Ferhat?" diye sorarsan Atam, sen gönlünü yine de ferah tut. Bir kişi de kalsak, seni hatırlamaya hep devam edeceğiz. Rahat uyu büyük adam!

Saygılarımla

Ferhat Ç. - 10 Kasım 2013



8 Kasım 2013 Cuma

Tarihte Bugün - snn be slk Gibi Köşe - 08 Kasım


VAN DAYREKŞIN NEY YA?

Selam benim kömür gözlü okuyucum. Canımın içi. Nasılsın? Alfonso buraları temizlettir canım.
- Peki efendim.

08 Kasım 1988

Hava nasıl soğuk biliyor musun? Ve adamın biri, bir gazete bayiinin önünde, bayi sahibi tarafından meydan dayağına çekiliyor. Ama nasıl vuruyo' var ya peyyy... İnsan olana öyle davranılmaz. Hemen araştırıyoruz tabi nedir olay diye. (sanki zaman makinamız var gibi anlatırım) Bir önceki güne dönmemiz gerektiğini öğreniyoruz ve hemen dayak yiyen şahsın evine konuk oluyoruz.. Bir önceki gün sabah gazetesini alıyor Nuri Kaşıntılıoğlu. Ve gazetenin üzerinde kocaman bir yazı: 48 sayfalık bulmaca gazetesi yarın hediye! Bayinizden ısrarla isteyiniz. Nuri bey emekli olduğundan tabi bulmacalara çok düşkün. Ertesi gün sabahın köründe kalkıp gazete bayiine gidiyor. Ve bayii sahibi, Ekrem Bozukyoksakızveriymmi'den 48 sayfalık o harika mecmuayı istiyor. E tabi sabahın erken saatleri olduğu için henüz gelmemiş. Nuri bey de soy ismiyle müsemma bir şahıs. Başlıyor ısrar etmeye. Ekrem bey sakız vermeyi teklif ettiyse de ısrarların sonucunda sille tokat abov... Böylelikle tarihte ilk kez birisi, gazete bayiinden bir şeyi ısrarla istemiş oluyor. Vay be sevgili okur. Aksiyon, macera, entrika, ganyan hepsi bizde. (reklam yapma arkadaşım)



Ekrem Bozukyoksakızveriymmi (Nuri ısrar ederken)

7 Kasım 2013 Perşembe

Tarihte Bugün - Anastasia Gibi Köşe - 07 Kasım



ŞİMŞİR TARAK.COM

Saygılar ve sevgiler kıymetli okuyucum. Yağmurlu bir İstanbul gününde daha beraberiz. 7 Kasım aslında pek de mühim bir tarih gibi durmuyor değil mi? Ama gerçekler öyle mi ya? Bak bakalım ne filmler dönmüş bu tarihte. Haydi hop!

07 Kasım 1983

Soğuktu. Yağmurluydu. Martılar bile montlarını giymişler bir köşede tünüyorlardı. Şemsiyeciler bir anda her köşe başında biti bitiveriyorlardı. Ama kahramanımız Rıdvan Eşibenzeriyok henüz yataktan kalkmıştı. Liseliydi. Ergendi. Sivilceliydi. Haytaydı. Milka ineği gibiydi. Ama bir yandan da George Bush gibiydi. Giyindi bu dana. Okul üniformasını giydi. Ve ayağına çorap giymek istedi. Çekmecesini açtı. Manzara pek iç açıcı değildi. Bir çorap teki ona çekmecenin içinden "kapatsana birader şurayı, ceyran yapıyo her yerim tutuluyo sonra, la kapat!" dercesine bakıyordu. Boru gibi yeni değişmeye başlamış sesiyle (bkz.dünyanın en iğrenç sesleri top 10) annesine seslendi; "onnöööö, çorobumun tökü nördöööö?". Annesi garipti, çilekeşti, altın günlerinde kısırından hep taş çıkandı, vay arkadaş. (yazarımız burada duygulanıp bir süre ara veriyor) Ve işte bu soru karşısında mantıklı bir cevap verilememekteydi. Çorap hangi çoraptı bir kere? Ve ev genişti. Çorap her yerde olabilirdi. Mamafih hiçbir yerde olmayabilirdi de. Heyhat! Neyse. Netice olarak anne, daha sonra hemen her anneden duyulabilinecek olan o cümleyi ilk kez kurarak tarihimize adını altın harflerle yazdırdı: "Nereye koyduysan oradadır!" Hüzün doldum arkadaş.


Rıdvan Çorabını Ararken


6 Kasım 2013 Çarşamba

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 6 Kasım


EE NE DEMİŞLER, ZORA GELİNCE ROBERT DE NIRO

Yazarımız rahatsızlığından dolayı bugünkü yazısını... Aaa gelmiş gelmiş.. Hasta hasta gelmiş yazı yazmaya canım yaa.. Kıyamam... (ben şizofren değiller)

06 Kasım 68 (1968 değil milattan sonra 68)

"Fakat o yıllarda nasıl olabilir, miladi takvim daha yoktu ki?" şeklinde düşünen okurların gözlerinden öperken, oturduk tek tek hesapladık efenim... Takvimi geriye doğru ilerlettik... Çok acayip durumlar çıktı karşımıza... Ama en acayibi de, Finlandiya'nın en soğuk bölgesindeki Hacıaliobası Köyü yakınlarındaki kalıntıydı... 

Hepimiz Serdar Ortaçgili az ya da çok tanırız efendim. Kendisi 1970 yılında doğmuştur kayıtlara göre.İlkokulunu Kocamustafapaşa'da okumuştur hatta. (her haltı da biliyorsunuz) Yaptığımız kazılar sırasında bir iki testi, joystick, Ajda Pekkan derisi falan bulduktan sonra O'nunla karşılaştık. Evet Serdar Ortaçgille... Bir kil tabletin üzerinde rastladığımız bu yüz O'nun yüzüydü. Reankarneye inanmaya başladık hemencecik. Ve artık biz de anlam veremediğimiz şarkı sözlerini anlamlandırmaya başlamıştık. İşte bu tarih de Serdar Ortaçgil'in dünya üzerinde ilk kez yürümeye başlamasının tarihidir. N'oldu şaşırdın mı? Yaaa.. Şimdi şu sözlere bir de reankarne olmuş birinden duyduğunu düşünerek bak hemen çözeceksin şifreyi.

"Aşkın çarşısında durdum karşısında, 
Tuttum kollarından hasret çıkacak. 
Öptüm gözlerinden, 
Aşkın özlerinden, 
Hüzünlü sözlerinden,canın yanacak. "



Ve işte ilk Serdar Ortaçgil...

Sağ altta...



5 Kasım 2013 Salı

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 5 Kasım


OYY FARFARA FARFARA I. KONÇERTO

Limuzinimin üstüne düşen saksı gibiyim bugün okurcuğum. Havalardan mıdır nedir? Papatya çayım nerde benim Alfonso? (Kendime yardımcı tuttum. Adeta asistan.)

05 Kasım 1984

Tarih yokarıdaki tarih. Yer: Biz Biliyoz Da Mı Oynuyoz Düğün Salonu. Vaka: çok mühim. O daha küçücük bir yavrucaktı. O daha hayalleri pasta ve kolayla sınırlı bir sübyandı. O düğün sahibinin bile tanımadığı çok uzak bir akrabanın oğluydu. O Mehmet Emre Papiçulo'ydu. "Kasım ayında düğün mü olurmuş allasen Fikret?" dediğinizi duyar gibiyim. Birincisi benim adım Fikret değil tatlı kuşum. İkincisi tarih yalan söylemez. Var diyorsam vardır. Akıllı efendi ol. Önce o eli indir! Pasta ve kola lafının geçmesiyle birden içindeki düğüne gitme ateşi alevlenen M.E.Papiçulo, düğün yerine vardığında hemen pasta kola istemiş ancak bunun bir süreç olduğunu, önce kendisininki gibi papyonlu takım giyen bi' tane denyonun, şu karşıki Sümüklü Nuriye gibi gelinlik giyen başka bir denyoyu dansa kaldırması, ardından duyduğunda çok korktuğu "gerdan kırılması, göbek atılması, kurt dökülmesi" gibi olayların yaşanması, ardından bir takım parlak tenekelerin ve büyük paraların o ilk dans eden iki denyonun elbisesine iğnelenmesi (en saçması bu lan galiba), bu arada bol bol terlenilmesi ve buklelerin havalarda, topuzların omuzlarda uçuşması gerekiyordu ki nihayetinde kola pasta ikilisine ulaşabilsindi. Süreç uzundu, yorucuydu ve lakin Papiçulo Jr. kararlıydı. Bu sırada madem ki çocuğum enerjiğim, neden salak salak koşturmayayım diye düşünerek, o büyük beyaz boş alanda deli coşarken (deli coşmak) tarihteki şu ilk anons da salonun duvarlarında yankılanmış oldu: "Ssseevvggiliii missaafffirler! Lütfeenn çooçççuukkllarrıı pissttten alalımm. Hamdiii sssler çaatttlıyoo. See aaa. Nıççç." Ve böylelike Papiçulo Jr. da pistten uzaklaştırılan ilk bebe oluyordu! Vay be sevgili okur. Neler neler..

Papiçulo Jr. pistten uzaklaştırıldıktan sonra. (with Sümüklü Nuriye)

Tarihin Ön Balkonu - Beylikler - I


İŞTE BUNLAR HEP ANGLO-SAKSON

Merhaba sevgili FERIPEDIA canavarları. Kavimler bölümümüzün gördüğü yoğun ilgi nedeniyle sizlere yepyeni, taze, fresh, böyle sıcak midye gibi bir köşe daha hazırladık. Üşenmedik. Neticede elimize mi yapışacağıdı. Yoo... Beylikler dönemini incelediğimiz bu dev yazı dizimizin ilk yazısıyla haydi hop eller havaya (dj fery bağcılar style)...

TEVETOĞULLARI

Bu beylik dediğimiz şey aslında ilçeden biraz büyük ama kız alıp verirken problem çıkartan, türlü türlü huyları bacak kadar boyları olan topluluklar. Tevetoğulları beyliği, günümüzde Kastamonu olarak bilinen, o zamanki adıyla Los Angeles'ta kurulmuş bir beylik. Kurucusu I. Tarkan olan bu beylik, özellikle kıvrak bel hareketleri ve dişlerinin ayrık kısmından ptuhh ptuhh diye tükürmeleriyle ün salmış olsa da, asıl önemli özellikleri her şeye kıl olmalarıdır. Yapılan uzun araştırmalarımız sonucunda (gogıla baktık) beyliğin tam olarak ne amaçla kurulduğu bilinmemekle beraber, neden ortadan kalktığına dair tek bir ipucumuz var; kurucu I. Tarkan, beyliği kurduktan sonra, en belirgin özelliği olan ayrık dişlerini yaptırınca sen bi gül, bi gül buna... Bunalımdan beyliği dağıtmış it! Bak nasıl sinirlendim ya! Neyse. Evet. Başlıca geçim kaynakları çipetpet (altılı yedili) olan Tevetoğulları daha sonra komşuları Nejatyavaşoğulları beyliği tarafından işgal edilmiş ve olaylar olaylar piyuu..



Kurucu I. Tarkan ve diş arası!

4 Kasım 2013 Pazartesi

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 4 Kasım


HUNHARCA!


Çok sevdiğim kelimelerden başlık yapıyorum. Kışlık. Hem üşütmüyo' hem de şekilli. İster misin okur? Evet.

04 Kasım 1989

Ben daha dört yaşındayım hesap et. Zaman ne çabuk geçiyor yahu. (iyice emekli öğretmen gibi oldu) Şimdi efendim bu tarihte kameralarımızı İstanbul - Sultanahmet'e çeviriyoruz. Arkadaşlarıyla gezmeye çıkan Ahmet Boğaç Naracıgil'e, maalesef tatile gelen İngiliz Englishmaninnewyork çifti şu güzide soruyu sorar; "how can i go to topkapi palace?*" Boğaç (bundan sonra kahramanımız boğaç ismiyle anılacaktır) bir süre ortaokuldaki İngilizce bilgilerini yoklar, ı ıh.. Bi' şey çıkmaz.. Arkadaşlarına döner. There is nobody with him. Yardımseverlik, Türk misafirperverliği, acımak, bomba, kaşağı gibi çeşitli duygularla boğuşan Boğaç bağırarak elleriyle kollarıyla anlatmaya başlar. Ve tarihte ilk defa turiste bağırarak Türkçe yol tarifi yapılmış, Türkçe bağırınca aynen İngilizce oluyormuş batıl inanışının temelleri atılmış, Erasmus öğrencileri gaipten bir ürperti duymuşlardır. Bu arada Boğaç'tan bir an önce kurtulmak isteyen korkmuş Englishmaninnewyork çifti "ok, ok, thanks!" diyerek anında ortamdan uzamışlardır.

Günün sonunda yol tarifi neticesinde Englishmaninnewyork çiftini görüyoruz (huzurlu)





*how can i go to topkapi palace?: Topkapı Sarayı'na nasıl gidebilirim anlamında Almanca cümle...








3 Kasım 2013 Pazar

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 3 Kasım


NIRVANA ÖLMÜŞ YA LA!

İkircikli bir hafta daha biterken siz sevgili FERIPEDIA okuyucularını ihmal etmiyor ve çocukları pistten çekmenizi önerirken, nokia şarjı olan var mı? Evet.

03 Kasım 1996

Kuruluşundan bir yıl sonra böyle bir olaya imza atmak ve bunun çığ gibi büyüyerek çok geniş kitlelere ulaşacağını bilmek mümkün değildi o gün. Güzide gazetelerimizden Posta gazetesinden ve onun yayınladığı harikuladenin harkındaki şiirlerinden bahsediyorum a dostlar! O çılgın editör, sayfayı nasıl dolduracağını bilemeyerek, muavin olan kayınbiraderinin (karlı kayın biraderi)  yazdığı şiirlerinden birini gazeteye koyuyor ve olaylar gelişiyordu bu tarihte. Posta gazetesi ilk amatör şiirini yayınlıyordu ve bu Türk gazetecilik tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri oluyordu. Bundan sonraki yıllarda kâh eski sevgilisine, kâh berberine, kâh Deniz Seki'ye, ve kâh otomobiline şiir yazan herkesi ama herkesi kucaklayan amatör şairler köşesi, dimağlarımızda çok değişik tatlar bırakacaktı. Aşağıda ilk yayınlanan şiiri görüyoruz ve onu kucaklıyoruz. Ama çok sıkmadan.

5 Yaşında Şiir Yazmaya Başlamış! (bkz. abov!)





2 Kasım 2013 Cumartesi

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 2 Kasım


100 KONTÖRÜ OLAN VAR MI?

"Bende var hemen yollayayım." dediğini duyar gibiyim sevgili okurcuğum. Eksik olma. Şimdi bakalım tarihte bugün neler olmuş. Bakıyor musun? Aferin.

02 Kasım 1978

1978 senesinin bu güzide sonbahar gününde sokaklar bir cinayet haberiyle çalkanıyordu. O günkü gazetelerin yazmaya çekindiği bu cinayet o kadar canice işlenmişti ki, akıllara durgunluk, dimağlara ürperti, televizyonlara karınca, kahve fallarına köpek başı olarak kendini gösteriyordu. Her şey üç üniversite öğrencisinin kiralık ev aramaya başlamasıyla start almıştı. Gittikleri bütün emlakçılardan bir bir hüsranla geri dönen bu üç arkadaşımız, 02 Kasım günü 156. kez şanslarını denemek istediler ve Evlilerden Başkasına Ev Yok Emlak'tan içeri girdiler. İçeride onları 106 yaşını devirmiş gandalf gibi bir adam bekliyordu. Ve daha girer girmez;"tüüü cibilliyetsizler. Hem bekar hem bir de gelmiş ev arıyor. Kim bilir o evde neler yaparsınız siz. Ne testler çözersiniz kızlı erkekli. Yürüyün gidin lan burdan. You shall not rent!" diyince artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Böylelikle tarihte ilk emlakçı cinayeti de işlenmiş oluyordu. Ve emlakçının parçalarından kiralık ev yapan kafayı cozutmuş bu üç arkadaşımızın heykeli halen Samsun Belediye Meydanı'nda görülebilir. Ve fakat görülmeyebilir de. Gönül gözün açık olacak. Evet. N'aber? Hmmm...



Yemek yapan üç üniversite öğrencisi (temsili)

1 Kasım 2013 Cuma

SIPEYŞIL TEŞEKKÜR


MERSİ CANIM

Bugün Türk blog tarihinde çok önemli bir gün.(senin şımarıklığını...) Çünkü bugün, tam bir ay önce açmış olduğumuz FERIPEDIA adlı blogumuz 1008 görüntülenmeye ulaştı. (bkz. aşağıdaki ekran görüntüsü, bizde her şey belgeli arkadaşım) Dolayısıyla yazar olarak teşekkürü bir borç bildim. 


Bu blogu oluşturmamın temelinde yatan mizah duygusunu (sense of humour) bana aşılayan çok sayın babama tabii ki, ardından bu yazıları yazmamda etkili olan Gülçin D.'ye, yaptığımız şakalarla günlerin, ayların, yılların geçmesini sağlayan pek sevgili dostum Mehmet M.'ye, ve tabii abilerin abisi Tlt.c'ye (isimlere bak arkadaş, sanırsın hepsi FBI ajanı), blogumu yaydığı için Ceren B.'ye (söz verdim adı geçecek diye, yoksa şey değil yani) ve tüm değerli dostlarıma ve tabii ki siz sevgili FERIPEDIA okurlarına teşekkürler.

Dünyanın dört bir yanından geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan FERIPEDIA (az bi' alçak gönüllü ol adam), sizlerin destekleriyle daha da büyüyecektir umuyorum.

Sonuç olarak okurcuğum, yüzünde bir anlık da olsa bir tebessüm oluşturabildiysem ne mutlu. 

Yazı çok ciddi oldu galiba. Kaçalım o halde.

Si yu...

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 1 Kasım


AB UNO DISCE OMNES!*

Başlığa çok takılmayalım. Arada öyle özdeyiş falan da yazarım ben. Evet. Ne diyorduk. Hah! Bugün ne olmuş ne bitmiş hep beraber bi' öğrenelim bakalım. Ha çok mu merak ediyorsunuz? Yooo... Ben eğleneyim de, siz de eğlenirseniz ne âlâ. (hafif bir serzeniş midir bu, yoksa cama vuran yağmur damlalaööeeehh)

01 Kasım 1997

Yine aylardan Kasım, sanki sende kaldı... öhüm.. Merhaba sevgili feripedia tombilikleri. Yukarıdaki tarih çok önemli bir tarih. Peki neden? (dur hemen heyecanlanma!) Çünkü yukarıdaki tarihte, saçlarını bir türlü düzleştirememiş bir anime karakteri olan Ash Ketchum, dünyayı kasıp kavuran, bir ara durulan, sonra tekrar kasıp kavuran (kasıp ney yazar bey? gelicez oraya da gelicez) 1. Geleneksel Poke Topu Şenliklerinde ilk poke topunu fırlatarak dünya anime, çizgi film ve "sabahtan akşama pokumon, bi ders çalışmıyosun" tarihine altın harflerle adını yazdırıyordu. Pikaçusundan balbazarına (bal bazarı?), çarmendırından sıkörtılına kadar pek çoğumuzun kalbini fetheden bu poke topları, bir dönem kendimizi o kadar kaybetmemize neden olmuştu ki, kendini pokemon sanarak camdan atlayanımız bile olmuştu. (bkz. poke ferhat) Ayrıca yine bu tarihte Misty karakterine de aşık olanlarımız yok değildi.

Pikaçu (temsili)


* ab uno disce omnes: "Bir şeyden her şeyi öğren..." anlamında Latince özdeyiş.(eğitici yanımız da var, ayrıca mesajlı.)

31 Ekim 2013 Perşembe

Tarihin ön balkonu - Efsaneler (Lecınds) - III


FERIPEDIA'DAN DEV HİZMET!

Bugüne kadar tarihin gelmişini geçmişini siz güzide okurların ayaklarının altına paspas eden FERIPEDIA, yine hınzırlık ve muzurluk sınırlarını zorlayarak araştırdı, yazdı ve hatta yaşadı. Sıradaki efsanemiz, sevip de kavuşamayanlara gelsin. (Uyarı: Ümit Besen eşliğinde okuyunuz)

DİDO VE AENEAS EFSANESİ

İkinci efsanemizi okuyanlar hatırlar. Bu Troia'dan kaçan lavuklar, yepisyeni topraklar aramak için yelken açmışlardı hani. Hah! İşte o lavuklar az giderler, uz giderler ve İtalya'ya gitmek isterlerken bir anda kendilerini Kartaca'da bulurlar. Kartaca (bugünkü Tunus, hani hurması meşhur) o zamanlar daha belediyelik bile değildir. Yeni yeni altyapı çalışmaları falan işte. Aeneas önderliğinde karaya çıkan Troia'lı arkadaşlarımız, şehre girerler ve şehrin hükümdarıyla görüşmek istediklerini bildirirler. O sırada arkası dönük bir vaziyette camdan gizemli gizemli bakmakta olan Dido (naa ni naa..öhümm..evet), arkasını döner ve bir anda olaylar slow motion halinde akmaya başlar, önce gözleri buluşur Dido ile Aeneas'ın, sonra yüzlerinde güller açar, sonra sokaktan "essskileerii aliyeeoooo" sesi gelir, sonra bi' uçak geçer, sonra aşık olur bunlar. Ve Aeneas şarkılar söylemeye başlar. Ey aşk!

Aeneas (temsili)
Bu arada Aeneas'ın adamlarıyla birlikte Kartaca'yı bir dünya markası haline getirmekle meşgul olan belediye işçilerinin çalışmaları sonucunda, Kartaca - Kazlıçeşme arası yapımı planlanan tüptünel (en tünel anlamında latince sözcük) çalışmaları son bulmuş, Kartaca'ya üçüncü köprü inşaatı bitmiş, Kartaca sahilinde ilk beş yıldızlı otel inşaatı tamamlanmıştır. Bu sırada aşkların en efsanesini yaşayan Dido ve Aeneas, kah sahilde frizbi oynar, kah üzüm salkımının en ucundaki son üzüm tanesini yiyerek eğlenirken Zeus, zamanın posta memuru Hermes'e der ki; "Evladım Hermes, bu Zeus denen zübükzade hatunu görünce görevi mörevi unuttu, git şunun kulaklarını çek, yoluna devam etsin, daha Olympos Kayak Merkezi'nin açılışına gidecem, Baş Tanrıyım lan ben!" diyince Hermes koşarak, aynı spagetti çubuğunu yiyerek öpüşme denemesi yapan (bkz. ayıp ayıp nıç nıç nıç) Dido ve Aeneas'ın yanına gelir. Aeneas'ın koluna girip ıssıza götüren Hermes der ki; " Manyak mısın lan sen? İkimizin de askerliğini yakacan olm. Zeus totomuza totomuza atacak yıldırımlarını. Git yeni topraklar mı bulacaksın ne halt yiyeceksen ye. Çabık çabık hadi." Bunları duyan Aeneas bir gece ansızın, facebook hesabını siler, msn'i kapatır, farları bile yakmadan denize açılır. Dido son anda Aeneas'ın gittiğini fark ederek sahile doğru koşar (bkz. hülya koçyiğit) ve bağırır; " sen giderken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice (söz-müzik: teomanis)" ve oracıkta (ya nerecikte olacağıdı ya) kendini intihar eder. (ehehe çakal)

Dido Kartacanın Belediyelik Olma Töreninde(temsili)


Kıssadan hisse: Tüm efsanelerin sonunda birileri ölüyor arkadaş. Ben anlamadım bu işi.net



Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 31 Ekim


YAŞANDI BİTTİ SAYGISIZCA

Elde olmayan sebeplerden ötürü blogumuza yazı ekleyemediğimizi görenler, "artık bloga daha da yazı eklemez, bu macera da burada bitti galiba, heyhat!" diye feryat figan edenler olmuş... Olur mu hiç a canım okurum benim. Buyrun bakalım.

31 Ekim 1993

Tarihler 90'ların bu güzide senesini gösterdiğinde yaşantımızda, özellikle üniversite öğrencilerinin yaşantısında paylaşımı, arkadaşlığı, yakınlaşmayı ve fingirdeşmeyi arttıran bir olay vuku buluyor ve öğrenciye ev vermemenin temelleri de atılmış oluyordu. İstanbul Üniversitesi Taşınabilir Kültür Varlıkları bölümünü kazanan Arif Volkmencioğlu adlı öğrenci, ders için erken gelmişti ve arkadaşlarıyla otururken Sony marka walkmanine taktığı Metallica kasetini dinlemeye başlamıştı. Uzak diyarlara (örneğin New Jersey) dalıp giden Arif, Master of Puppets adlı güzide eseri dinlerken, o meşhur gitar solo kısmına gelmişti sıra. Ve yanında oturan arkadaşı İsmail Yancı'ya, sol kulaklığını uzatıp "offf hacı şurdaki gitar soloyu bi dinlesene" cümlesini kurdu ve o andan itibaren artık geri dönüşü olmayan bir yola girildi... Bir kaç gün sonra da air drum (bkz.sanki önünde bateri varmış da çalıyormuş gibi yaparak ellerle ya da kalemlerle havayı dövmek, gerzeklik) adındaki felsefenin temellerini atacaktı Arif. Ancak o gün tüm bunlardan habersizdi. Böylelikle ilk gitar solo dinletisi de gerçekleşmiş oluyordu.

Arif Volkmencioğlu (sağda) ve Dayısı (o da sağda ahahah şaka lan o solda) Gitar Solo Dinlerken


25 Ekim 2013 Cuma

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 25 Ekim


OKAİ YAMAŞİTA KOMBAMBA KOMBAMBA

Yukarıdaki başlığı okuyunca hüzünlendin değil mi okur? O zaman 90'ları iliklerine kadar yaşamışsın sen belli.. Geç otur bakalım...

25 Ekim 1966

Güney sahillerimiz bildiğiniz gibi turist, mısırcı, şezlong ve emekli memur açısından zengin yerlerdir... Peki hepsini geçelim ancak bu emekli memurların güneye yerleşme arzusu nereden gelmektedir? Meraktan tırnaklarınızı yediğinizi bildiğimiz için üşenmedik, araştırdık. 

Şimdi efendim, takvimler ya da ajandalar artık ne kullanıyorsan, 25 Ekim 1966 tarihini gösterdiğinde, maarif memuru Şinasi Oltatakımı yaklaşık 2 yıldır emekliydi. Emeklilik günlerini kâh kahvede tüm bulmacaları çözerek, kâh parkta koşturanları sözlü olarak uyararak, kâh evin giriş kapısının önüne park eden kiracıların arabasına spreyle "f*ck you bastard!" yazarak geçiriyordu. Lâkin tüm bu uğraşlar ve torunlarla saçma sapan konuşmalar Şinasi Bey'i tatmin etmiyordu.(bkz. kuş ötüyo mu kuş ehehe) Zaten tatmin kelimesi çok uzun zamandır ona bir şey ifade etmiyordu. Neyse konumuza dönelim.

Bir gün, soy isminin de verdiği gazla; "ulan" dedi (kendisiyle hep samimiydi) "gideyim güneye yerleşeyim, balık tutayım, kızgın kumlardan serin sulara atlayayım, yazlık sitenin yöneticisi olayım, biraz da oradakilere kan kusturayım."

Ve tüm bu düşüncelerin doğrultusunda Şinası Oltatakımı ve eşi Zavallı Oltatakımı, 1966 senesinin ekim ayında, o zamanlar in-cin deplasmanına ev sahipliği yapan Fethiye sahilinde bir ev yaptırarak, güneye yerleşen tarihteki ilk memur olduğundan bîhaber, oraya yerleştiler. Ve bir sene sonra öldüler. Ahahaha ya ne olacağıdı ya.

Resimde Oltatakımı çiftini mutlu mutlu otururken görüyorsunuz.

24 Ekim 2013 Perşembe

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 24 Ekim


AŞK KALBİMİ YAKAN BİR VOLKAN GİBİDİR

Merhaba cancağızım feripedia okuru... Bugün yine tarihimizde olmuş ve hayatımızı derinden etkileyen olayları anlatacağımız köşeme başlamadan önce, n'aber? Evet benden de iyilik.. (yazar çık sıkıldı lan)

24 Ekim 1899

1891 yılındaki icadından sonra (araştırıp yazıyoruz herhalde) ülkemizde de kullanılmaya başlanılan (ama icadından 8 yıl sonra) fermuar, öncelikle pantullara ve kapşonlulara dikilmeye başlanmıştı. Zamanın zenginlerinden Ensesikalınzade Aristok Efendi, hem hava atmak hem de hava atmak maksadıyla evde kim varsa herkesin pantullarına fermuar diktirdi. Aristok Efendi'nin 5 yaşındaki oğlu Zibidiboy, bir gün bahçede oynarken, çok afedersiniz küçüğü gelince, hazır fermuar da var, pantulun düğmesini çözmeden sadece fermuarı açarak küçüğünü bahçe duvarına bir güzel nakş etti... Evet nakş etti n'oldu? Beğenemedin mi? Neyse efenim, olayın bitiminde Zibidiboy fermuarını hızlıca yukarı çekince,erkek çocukların tarihinde büyük bir travma yaratmış olan "fermuara pipi sıkışması" vak'asının ilk temsilcisi, en önde bayrak sallayanı olarak kayıtlara geçmiş oldu. Sonrası feryat figan işte bildiğimiz gibi.

Zibidiboy (vak'a esnasında)