31 Ekim 2013 Perşembe

Tarihin ön balkonu - Efsaneler (Lecınds) - III


FERIPEDIA'DAN DEV HİZMET!

Bugüne kadar tarihin gelmişini geçmişini siz güzide okurların ayaklarının altına paspas eden FERIPEDIA, yine hınzırlık ve muzurluk sınırlarını zorlayarak araştırdı, yazdı ve hatta yaşadı. Sıradaki efsanemiz, sevip de kavuşamayanlara gelsin. (Uyarı: Ümit Besen eşliğinde okuyunuz)

DİDO VE AENEAS EFSANESİ

İkinci efsanemizi okuyanlar hatırlar. Bu Troia'dan kaçan lavuklar, yepisyeni topraklar aramak için yelken açmışlardı hani. Hah! İşte o lavuklar az giderler, uz giderler ve İtalya'ya gitmek isterlerken bir anda kendilerini Kartaca'da bulurlar. Kartaca (bugünkü Tunus, hani hurması meşhur) o zamanlar daha belediyelik bile değildir. Yeni yeni altyapı çalışmaları falan işte. Aeneas önderliğinde karaya çıkan Troia'lı arkadaşlarımız, şehre girerler ve şehrin hükümdarıyla görüşmek istediklerini bildirirler. O sırada arkası dönük bir vaziyette camdan gizemli gizemli bakmakta olan Dido (naa ni naa..öhümm..evet), arkasını döner ve bir anda olaylar slow motion halinde akmaya başlar, önce gözleri buluşur Dido ile Aeneas'ın, sonra yüzlerinde güller açar, sonra sokaktan "essskileerii aliyeeoooo" sesi gelir, sonra bi' uçak geçer, sonra aşık olur bunlar. Ve Aeneas şarkılar söylemeye başlar. Ey aşk!

Aeneas (temsili)
Bu arada Aeneas'ın adamlarıyla birlikte Kartaca'yı bir dünya markası haline getirmekle meşgul olan belediye işçilerinin çalışmaları sonucunda, Kartaca - Kazlıçeşme arası yapımı planlanan tüptünel (en tünel anlamında latince sözcük) çalışmaları son bulmuş, Kartaca'ya üçüncü köprü inşaatı bitmiş, Kartaca sahilinde ilk beş yıldızlı otel inşaatı tamamlanmıştır. Bu sırada aşkların en efsanesini yaşayan Dido ve Aeneas, kah sahilde frizbi oynar, kah üzüm salkımının en ucundaki son üzüm tanesini yiyerek eğlenirken Zeus, zamanın posta memuru Hermes'e der ki; "Evladım Hermes, bu Zeus denen zübükzade hatunu görünce görevi mörevi unuttu, git şunun kulaklarını çek, yoluna devam etsin, daha Olympos Kayak Merkezi'nin açılışına gidecem, Baş Tanrıyım lan ben!" diyince Hermes koşarak, aynı spagetti çubuğunu yiyerek öpüşme denemesi yapan (bkz. ayıp ayıp nıç nıç nıç) Dido ve Aeneas'ın yanına gelir. Aeneas'ın koluna girip ıssıza götüren Hermes der ki; " Manyak mısın lan sen? İkimizin de askerliğini yakacan olm. Zeus totomuza totomuza atacak yıldırımlarını. Git yeni topraklar mı bulacaksın ne halt yiyeceksen ye. Çabık çabık hadi." Bunları duyan Aeneas bir gece ansızın, facebook hesabını siler, msn'i kapatır, farları bile yakmadan denize açılır. Dido son anda Aeneas'ın gittiğini fark ederek sahile doğru koşar (bkz. hülya koçyiğit) ve bağırır; " sen giderken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice (söz-müzik: teomanis)" ve oracıkta (ya nerecikte olacağıdı ya) kendini intihar eder. (ehehe çakal)

Dido Kartacanın Belediyelik Olma Töreninde(temsili)


Kıssadan hisse: Tüm efsanelerin sonunda birileri ölüyor arkadaş. Ben anlamadım bu işi.net



Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 31 Ekim


YAŞANDI BİTTİ SAYGISIZCA

Elde olmayan sebeplerden ötürü blogumuza yazı ekleyemediğimizi görenler, "artık bloga daha da yazı eklemez, bu macera da burada bitti galiba, heyhat!" diye feryat figan edenler olmuş... Olur mu hiç a canım okurum benim. Buyrun bakalım.

31 Ekim 1993

Tarihler 90'ların bu güzide senesini gösterdiğinde yaşantımızda, özellikle üniversite öğrencilerinin yaşantısında paylaşımı, arkadaşlığı, yakınlaşmayı ve fingirdeşmeyi arttıran bir olay vuku buluyor ve öğrenciye ev vermemenin temelleri de atılmış oluyordu. İstanbul Üniversitesi Taşınabilir Kültür Varlıkları bölümünü kazanan Arif Volkmencioğlu adlı öğrenci, ders için erken gelmişti ve arkadaşlarıyla otururken Sony marka walkmanine taktığı Metallica kasetini dinlemeye başlamıştı. Uzak diyarlara (örneğin New Jersey) dalıp giden Arif, Master of Puppets adlı güzide eseri dinlerken, o meşhur gitar solo kısmına gelmişti sıra. Ve yanında oturan arkadaşı İsmail Yancı'ya, sol kulaklığını uzatıp "offf hacı şurdaki gitar soloyu bi dinlesene" cümlesini kurdu ve o andan itibaren artık geri dönüşü olmayan bir yola girildi... Bir kaç gün sonra da air drum (bkz.sanki önünde bateri varmış da çalıyormuş gibi yaparak ellerle ya da kalemlerle havayı dövmek, gerzeklik) adındaki felsefenin temellerini atacaktı Arif. Ancak o gün tüm bunlardan habersizdi. Böylelikle ilk gitar solo dinletisi de gerçekleşmiş oluyordu.

Arif Volkmencioğlu (sağda) ve Dayısı (o da sağda ahahah şaka lan o solda) Gitar Solo Dinlerken


25 Ekim 2013 Cuma

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 25 Ekim


OKAİ YAMAŞİTA KOMBAMBA KOMBAMBA

Yukarıdaki başlığı okuyunca hüzünlendin değil mi okur? O zaman 90'ları iliklerine kadar yaşamışsın sen belli.. Geç otur bakalım...

25 Ekim 1966

Güney sahillerimiz bildiğiniz gibi turist, mısırcı, şezlong ve emekli memur açısından zengin yerlerdir... Peki hepsini geçelim ancak bu emekli memurların güneye yerleşme arzusu nereden gelmektedir? Meraktan tırnaklarınızı yediğinizi bildiğimiz için üşenmedik, araştırdık. 

Şimdi efendim, takvimler ya da ajandalar artık ne kullanıyorsan, 25 Ekim 1966 tarihini gösterdiğinde, maarif memuru Şinasi Oltatakımı yaklaşık 2 yıldır emekliydi. Emeklilik günlerini kâh kahvede tüm bulmacaları çözerek, kâh parkta koşturanları sözlü olarak uyararak, kâh evin giriş kapısının önüne park eden kiracıların arabasına spreyle "f*ck you bastard!" yazarak geçiriyordu. Lâkin tüm bu uğraşlar ve torunlarla saçma sapan konuşmalar Şinasi Bey'i tatmin etmiyordu.(bkz. kuş ötüyo mu kuş ehehe) Zaten tatmin kelimesi çok uzun zamandır ona bir şey ifade etmiyordu. Neyse konumuza dönelim.

Bir gün, soy isminin de verdiği gazla; "ulan" dedi (kendisiyle hep samimiydi) "gideyim güneye yerleşeyim, balık tutayım, kızgın kumlardan serin sulara atlayayım, yazlık sitenin yöneticisi olayım, biraz da oradakilere kan kusturayım."

Ve tüm bu düşüncelerin doğrultusunda Şinası Oltatakımı ve eşi Zavallı Oltatakımı, 1966 senesinin ekim ayında, o zamanlar in-cin deplasmanına ev sahipliği yapan Fethiye sahilinde bir ev yaptırarak, güneye yerleşen tarihteki ilk memur olduğundan bîhaber, oraya yerleştiler. Ve bir sene sonra öldüler. Ahahaha ya ne olacağıdı ya.

Resimde Oltatakımı çiftini mutlu mutlu otururken görüyorsunuz.

24 Ekim 2013 Perşembe

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 24 Ekim


AŞK KALBİMİ YAKAN BİR VOLKAN GİBİDİR

Merhaba cancağızım feripedia okuru... Bugün yine tarihimizde olmuş ve hayatımızı derinden etkileyen olayları anlatacağımız köşeme başlamadan önce, n'aber? Evet benden de iyilik.. (yazar çık sıkıldı lan)

24 Ekim 1899

1891 yılındaki icadından sonra (araştırıp yazıyoruz herhalde) ülkemizde de kullanılmaya başlanılan (ama icadından 8 yıl sonra) fermuar, öncelikle pantullara ve kapşonlulara dikilmeye başlanmıştı. Zamanın zenginlerinden Ensesikalınzade Aristok Efendi, hem hava atmak hem de hava atmak maksadıyla evde kim varsa herkesin pantullarına fermuar diktirdi. Aristok Efendi'nin 5 yaşındaki oğlu Zibidiboy, bir gün bahçede oynarken, çok afedersiniz küçüğü gelince, hazır fermuar da var, pantulun düğmesini çözmeden sadece fermuarı açarak küçüğünü bahçe duvarına bir güzel nakş etti... Evet nakş etti n'oldu? Beğenemedin mi? Neyse efenim, olayın bitiminde Zibidiboy fermuarını hızlıca yukarı çekince,erkek çocukların tarihinde büyük bir travma yaratmış olan "fermuara pipi sıkışması" vak'asının ilk temsilcisi, en önde bayrak sallayanı olarak kayıtlara geçmiş oldu. Sonrası feryat figan işte bildiğimiz gibi.

Zibidiboy (vak'a esnasında)

23 Ekim 2013 Çarşamba

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 23 Ekim


ARA SIRA AHESTE, İKİ NOTA Bİ BESTEYİM

Merhaba blogumun canavarı seni, ah gidi... Keçi boy n'aber? Çay içen mi?

23 Ekim 1887

Takvimler yokarıdaki (evet yokarı, n'olcak?) tarihi gösterdiğinde artık dünya ve özellikle bilim dünyası eskisi gibi olmayacaktı. Sanayi Devrimi'nin de etkisiyle bilim alanında hızlı bir çalışma içerisine giren dünya, patates soyma makinesi, ayfon, zikirmatik gibi buluşlara gebeydi. Ve halihazırda okullardaki fen bilgisi dersleri de önem kazanmış, ülkemizde dahi bu derslerde akıl almaz deneyler, doğaüstü olaylar, fantastik bir bilim kurgu fırtınası esmekteydi. İşte tam da bu tarihte, bir fen bilgisi öğretmeni olan Fasül Efendi (çok efendi adamdı hakikaten) o gün çocuklara ne deney yaptırsam diye derse girdi. Sınıftaki ecza dolabındaki yegane ürün olan pamuğa gözü takılan Fasül Efendi'nin kafada birden bir ampul yanıverdi (burada siyasi gönderme yoktur). Ve yüz yılı aşkın süredir yapıla gelen o fevkalade, o azametli, o aliyyül âlâ deney işte tam da bu tarihte başladı: Pamuğun Arasında Fasülye Yetiştirme! Dönemin sebze hali yöneticileri bir süre sonra Fasül Efendi'yi vergisiz ürün yetiştirmek için medresenin imkanları suistimal etmekten şikayet etmişlerse de söz konusu deney halen okullarımızda yapılmaktadır. Ne? Yapılmıyor mu? Yalan mı konuşuyoruz biz burda? Hayret bi' olay! (bkz.yazarın atarlanması)




Deneyin son hali (şlops!)

22 Ekim 2013 Salı

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 22 Ekim


BUNU HER GÜN İSTEME AMA BEBEĞİM

Günaydın sevgili Feripedia baskılı tişörtlerle gezesi, Feripedia kupalarından çay içesi okurum benim...(yazar burada ileride komörşıl bir şeyler olacak, bakalım, demeye getiriyor olabilir. Ama öte yandan olmayabilir de.)

22 Ekim 1963 

Takvim yaprakları yukarıdaki tarihi gösterdiğinde, İstanbul'da bir bayram sevinci vardı. Ramazan bayramı için Atyalanı ailesi, iki mahalle yanlarında oturan dayısıgillere gitmişlerdi. Atyalanı ailesinin ortanca oğulları Necati Atyalanı, harçlık alırım belki, o kadar apartmanları falanları filanları var yani, dur bakalım, düşüncesiyle dayısının elini öpmeye yöneldiği esnada hiç beklemediği bir bel kırma hareketi geldi dayısından ve koskoca dayısı bi' miktar aşağıya çöktü (bkz.çok değil 10-15 cm) ve elini sıkarak, "yauu yeğen, iyice yaşlandırıyorsunuz olum beni, daha beraber çapkınlığa çıkıcaz auhuaauhu" diyerek, tarihte ilk defa elini öptürmeyen akraba olarak tarihe geçtiğinden habersiz, denyo denyo espriler yapıyordu.
(bu arada takvimden baktık bu tarihe bayrammıymış diye, bizde yanlış yok)

Bunun yavşak hali işte (temsili)





21 Ekim 2013 Pazartesi

Tarihte Bugün - Cillop Gibi Köşe - 21 Ekim


FERİPEDİA DUR DURAK BİLMİYOR!

N'aber gül kokulum? (oha!) Öhüm.. Evet.. Feripedia bayramda da çalıştı ve sizler için yepyeni bir köşe hazırladı. Tam danaya girerken (bkz.sille tokat) aklıma gelen bu köşeyi pek sevgili dostum Mehmet M.'ye atfediyor ve gözlerinden makas alıyorum.

Tarihte Bugün 

21 Ekim 1253


Uzun çabalar sonucu edindiğimiz bilgilere göre (bkz.rüyaya yatmak) bu tarihte Çorum'un Karadona Köyü'nde (böyle bir köy hakikaten var) ilk kez bir teyze, çiğnediği sakızı çiğnemekten sıkılıp, zira sakızı bi' süre çiğneyince insan çiğnemekten sıkılır, ama atmak da istemeyip, e sakız bu kolay mı bulunuyor o devirlerde, başına bağladığı tülbentine yapıştırmış ve bu dahiyane buluş köyden köye, ilçeden ilçeye, tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana, sonra hepsi ormana... Evet ne diyorduk, yayılmıştır.

İşte o teyze (bkz. sakız neşesi)
21 Ekim 1991

Şehirlerarası otibis yolculuklarının artmasıyla birlikte firmalar da artış göstermişti benim yalnız ve zibidi ülkemde. Firmalar birbiriyle yarışırken farklı olmaları gerekiyordu. Ve bu tarihte, İstanbul-Kayseri seferini gerçekleştiren Katil Koç firmasının şoförü, tabi yollar şimdiki gibi değil, Kayseri 18 saat sürüyo, yolcuların acıktık da acıktık demeleri üzerine muavine dönüp, "git lan şu bakkaldan bi şeyler al da şunlara dağıt, canıma doydum arkadaş ya" demesiyle tarihte ilk kez otobüste kek dağıtılmaya başlanmış oluyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kekler sandviçlere, krakerlere, kilo problemini otobüste hatırlayanlar için form bisküvilerine ve hatta yaz aylarında dondurmalara eşlik edecekti. Bu arada iki tane kek alabilir miyiz sorusu da yine aynı gün sorulmuş ve günümüze değin sorulagelmiştir. (bkz.sorulagelmek)

İlk kek dağıtımı (temsili)




Rus Edebiyatı Köşesi - Episode I (böyle episode mepisode diyince daha datlu oluyor)


SSCB İYİYDİ DE ÇEVRESİ KÖTÜYDÜ

Merhaba cancağızım feripedia okuru. Öncelikle maus tutan ellerin dert görmeye. Aşağıda göreceğiniz kısa hikaye rus edebiyatından bir seçmedir. Eğer çok beğenilirse (feripedia'da beğenilmeyen bir şey mi var ki?ilahi yazar!) devamı gelecektir.

Bugün Bize Yâr Geldi, Redingotum Dar Geldi - Bölüm I

"Kak gaaari gocaaeerif..." diye seslendi Yurina, yirmi yıllık kocası Sergei Drago Dragoyeviç'e. Yurişkasının o tiz sesine uyanan Sergei, koca göbeğini kaşıyarak karşılık verdi; "Eppek bişti mi?", "bişti bişme mi hiç bu vakta eppek mi galıı" diyince gözlerini ovalayarak yataktan kalktı ve dışarı çıktı. Biraz sonra hem soğuktan, hem de yüzünü yıkamanın etkisiyle ayılmış bir halde geri gelen Sergei redingotunun nerde olduğunu sordu. Yurişka, 1500 yıldır değişmeyen cevabını yineledi: "nere goduusan ordadıı zaar"... Kahvaltılarını yapan Dragoyeviç çiftinin hiç çocukları olmamıştı. (hiç mi olmamıştı? yok biraz olmuştu da tam yapamadıklarından iade etmişlerdi, töbe estagfirun) Kahvaltıdan sonra Sergei, redingotunu giydi, karısına pazar alışverişi için 10 ruble bıraktı ve evden çıktı. Kahveye doğru giderken yolda asker arkadaşı Makarov Kukarov'a rastladı. Rus adetlerince selamlaştılar.(ağızdan öpüşmek) "Nere gidiyon la bizim oolan?" diye sordu Makarov. Sergei hiç ses çıkarmayarak yürümeye başladı. Son zamanlarda konuşmamaya başlamıştı Sergei. Belli ki bir derdi vardı. Ancak kimseye, hatta Yurişkasına bile söyleyemiyordu bu derdini. Cerrahpaşevski Hastanesine koymuştu canının yarısını. Ama kim bilebilirdi ki gerçekleri? O gün Sergei'ye yalnız güneş şahitti. (Emrahoviç)

Sergei Drago Dragoyeviç (gençliği)


Köyün kahvesine beraber girdiklerinde içerisinin boş olduğunu görünce sevindiler. Sobanın ılım ılım ılıttığı kahvenin dip tarafına oturan Sergei ve Makarov birer votka-vişne söyledikten sonra koyu bir sohbete daldılar. Ve bu arada içeri giren, Sergei'nin bacanağı olan  Ivan Bibardaksuiç'i görmediler. Ivan hemen yanlarına geldi ve adeta bir yavşakmışcasına Sergei'nin omzuna vurdu ve;"needditturuusunuz le papaz eriği gibi?" şeklinde saçma bir selam verdi. Ivan böyleydi... Küçüklüğünde divan delmişliği ve bir çok milletçe (özellikle Türkler) bu özelliğinin dile getirilmişliği vardı. Sergei ters ters Ivan'a baktı... Aklından geçenleri bilse Ivan yanında bile geçmezdi ama şimdilik bütün bunlar sır olarak kalacaktı. Zira okur merak etsindi ki bir sonraki bölümü de okusundu. Okunma sayısı arttıkça da yazar "gehe gehe negzel yaa" diye şişinsindi.

Tüm bunlar olurken, Çar 7. Omuzlarımıov, kocaman yatağında gep gep gerinerek uyandı. Bu sabah yine çok soğuktu ve "güneye bi yere yerleşicem de açılamadık ki sıcak denizlere" diye düşündü. Hemen yaveri ve en sevdiği adam olan Zıbrıçka Dıbrıçka'yı çağırdı. Zıbrıçka'ya kısaca Memet Ali Erbil demeyi seviyordu. Bugünkü programını sordu Mali'ye ve aldığı cevap canını sıkmaya yetti de arttı bile. "Bugün Yukarı Domolov köyünü ziyaret edeceksiniz haşmetmaaplarım ve sonrasında da Votkanın Dibi adlı 2 perdelik tiyatro oyununun galasına davetlisiniz. Ha bu arada bir de metro açılışı var ama oraya Topbaşov'u gönderelim demiştiniz sayın büyüğüm." Yukarı Domolov en sevmediği köydü Çar'ın... Nedeni gelecek bölümde!

Çar 7. Omuzlarımıov bir cümbüş esnasında

Ayrıca Not: Söz konusu hikayeler 2002-2003 senelerinde yazılmış olan yazıların güncellenmiş halidir, bağzı karikatür dergilerindeki bağzı yazarların da buna benzer hikayeleri vardır tabi ama ben daha önce yazdım. Arak falan yok, akıllı olun!


tabii continiued yavrum ne sandın!

İ.B.O. - Aranılan Abuk Subuk Bilgiler Burada!


İLGİNÇ BİLGİLER OFİSİ (İ.B.O.)!!!



Bu başlık altında, hepimizin bazen dilinin ucuna gelen ama bir türlü hatırlayamadığı abuk subuk bilgileri paylaşacağız. Örneğin: O filmde oynayan adamın adı neydi? Cevap: Joaquin Phoneix... Aşağıda bir kaç bilgi ve merak edilen bir kaç unsuru sizin için listeledik...


- BİR İSTEK -

Ankara'dan Burak soruyor: Burak Kut'un Amerika'da çektiği Yaşandı Bitti Saygısızca şarkısının klibindeki motorla atlama sahnesinin arka planında ne oldu? Ben çok merak ediyorum. N'olur beni aydınlatın hocam.

Feripedia cevaplar: O sabah Burak Kut'la birlikte, o atlama sahnesinin çekileceği yere gittik. Hava çok soğuktu. Öyle hırkayla falan geçiştirilecek gibi değildi. Resmen montluk hava vardı. Sete vardığımızda rampa hazırdı ama bir şey eksikti. Bu rampa ne işe yarayacaktı? Yönetmen denen dingo orda bi rampa bulmuştu. "Ben bunu klipte bi şekilde kullanırım yea" diye düşünüp seti de oraya aldırmıştı. Burak dedi ki, ben atlamam bende yükseklik fobisi var, artı B ehliyetim yok benim, bana ne! Starım lan ben!, diyince yönetmen bi Burak'a baktı bi bana baktı. Bana daha dikkatlice bakınca dedim, hocam, ben atlarım, sonuçta kafada kask var, Burak olmadığım ne belli? Ve sonra dondurucu soğukta o motorla ordan atladım. Yönetmen sonradan benim kliple de Burak'la da işimin olmadığını öğrenince kovaladı beni. Çok örselendim dostlarım çok. Evet.

Burak Kut (siyahli) ve Ben (en sağdaki)


- BİR BİLGİ -

Mısır'da 11 tane önemli piramit bulunmaktadır. Bunların en önemlisi Keops piramididir. Ancak dünyadaki en eski piramit, Çin'de Beyaz Piramit ya da Türk Piramiti de denen piramittir. Mısır'daki piramitleri yapan kişi, dönemin müteahhitlerinden Imhotep'tir... Karadeniz kökenli olan Imhotep, hastalıklı bir kişi olduğundan dolayı, piramitlerin yapımından sonra, sırları ortaya çıkmasın diye, çalışan işçilerin tamamını öldürtmüştür. Ayrıca piramit kelimesini tersten okuyunca, "timarip" kelimesiyle karşılaşırız. "Eeee ne demek ki bu" diyen sıkılgan okur, eski mısır dilinde timarip kelimesi, "uzaylı var lan kaçın" anlamına gelir. Timar=uzaylı, ip=kaçın... Evet... İyi bağlayamamış olsam da ateizler bunu açıklar nasıl olsa. Hayırlısı.


8 Ekim 2013 Salı

Tarihin ön balkonu - Kavimler 5


YOĞUN İSTEK

Gelen yoğun istek üzerine bugün 10. yazımızı da yazalım istedik sevgili feripedia çılgınları. Ve iki kardeş kavimi inceledik yine sizler için. Sadece feripedia okuyucularına özel. (çok özelsin bebeğim)


İKİ KARDEŞ KAVİM: ENKİLER VE ÖNKÜLER (M.Ö. 3-5-2)

Tüm arkeologların ve bir kısım kestanecilerin yaptıkları yoğun çalışmalar sonucunda izlerine rastlanmış olan bu iki kavim, Ege sahillerinde var olmuş, oradan tam dünyaya yayılacakları esnada yok olmuşlardır. Önce Enkiler vardı. Kurucusu I. Şukubella olan Enkiler kavminin başkenti, bugün Aydın sınırları içinde kalan Ilıcabaşı'dır. Başlıca geçim kaynakları tarım ve tarımdır.(tarım tarım konuşmak) Bu kavmin en dikkat çeken özelliği sürekli her şeyi parmakla göstermeleridir.

Enkiler kavminin yıkılışından hemen sonra ortaya çıkan Önküler'in kurucusu da yine I.Şukubella'dır. Hayır arkadaş doymuyo' da. Önküler kavmi, Enkiler'e göre daha şapşik bir kavim olsa da, günümüze bıraktıkları tek miras "parmakla gösterme ayıp" kültürüdür. Önküler'in başlıca geçim kaynakları dağlarından yağ, ovalarından bal akan Aydın'da, çok gariptir ki kertenkeledir. Günlük konuşmaya da isim olarak geçen bu kavim, halen günümüzde Ege bölgesinde sıkça kullanılan isimleriyle varlıklarını sürdürmektedir. Tarih sahnesinden yok olmalarının nedeni, müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışmalarıdır. Aşağıda göreceğiniz yaşanmış bir diyalogta, bu iki kavim varlıklarını bakın nasıl da sürdürüyor sevgili okur, heyhat! (O kadar şey yazdım bi' heyhat diyememiştim. Onu da dedim tam oldum)

Salı pazarında dolaşan teyze: Bu bıçaklaa ne gadaa?
Satıcı: Hankileee? Enkileee mi, önkülee mi?
s.p.d.t.: Enkileee ne gadaa, önkülee ne gadaa?
Satıcı: Enkileee 5 lere, önküleee 7 lere...

Kurucu I. Şukubella (Tam Enkiler'i kurarken)



bilmeyene not:
enki- Ege lehçesinde işaret sıfatı "bu" olarak kullanılan kelime...
önkü: Yine ege lehçesinde işaret sıfatı "şu" olarak kullanılan bir diğer kelime...)

7 Ekim 2013 Pazartesi

Tarihin ön balkonu - Efsaneler (Lecınds) II - Büyük Final



ÇANAKKALE İÇİNDE VURDULAR BENİ

Merhabalar cancağızlarım. Bu bölümde artık efsanemizi tamamlıyoruz ve yeni efsanelere yelken açıyoruz.

Evet. Yâreni Patroklus'un ölümünü gören Achilleus, yudumlamakta olduğu enerji içeceğini bir kenara atıp savaşa girer ve Troia ordusunu telef eder. Ancak Hector'a bi' şey yapamadan bunları ayırırlar. O gece her iki tarafta da hüzün vardır. Murathan Mungan'ın şiirleri okunur, Yeni Türkü dinlenir.

Akabinde Achilleus, Troia kapıları önüne gider ve der ki;"Hector in oğlum aşağıya, bak çoluk çocukla dövüşmek kolay, gel bakalım yiyosa gel aşağıya ulan." gibi kaba saba laflar söyler. Hector da,'ne bağırıyo' la bu. Bi' pazar günümüz var zaten, uyutmadı tospa. Hastası var yaşlısı var nıç nıç nıç.' diye düşünerek kılıcı kuşanır ve hayda bre diyerekten Achilleus'un karşısına çıkar... Cirit atma, yumurta yarışı, çuval yarışı, yoğurdun içindeki altını bulma, yağlı güreş ve sonunda kılıç kalkana gelirler. Achilleus Hector'u öldürür. Dokuz gün boyunca cesedini surların etrafında dolaştırır. (bkz.hırsını alamamak)

Bütün bu civcivli hadiselere rağmen Aka'lar halen Troia'ya girememişlerdir. Akagillerden Odysseus denen, dönemin ilk mucitlerinden, kafası hep itliğie çalışan, muhtemelen Zeus'un oğlu olan (zaten o zamanlar nüfusun yarısı Zeus tarafından akraba) kişi der ki at yapalım! Millet güler tabi buna, olum zaten at var, yenisini mi yapıcaz falan diyince bu, 'lan bi' doğru anlayın arkadaş ya, tahtadan büyük at yapalım, bu Troia'lılar bu atı içeri alırlar surlardan, biz de kaçızlamış gibi yaparız, atın içine de adam yerleştiririz, o adamlar gece surların kapısını açar, biz de gece baskınıyla fiyuuuttt...' diyince, ahali der ki, abovvvv kafası güzel bunun. Agamemnon'un da kafa hep itliğe çalıştığından kabul eder bunu. Ve at yaparlar. (At var seninle benim aramda irice bi at var...öhüm evet..)

Troia Atı (meraba)
Troialılar sabah uyanınca atı fark ederler. Bi' kısmı der içeri alalım bu Akalar korktu kaçtı bu da saygı ifadesi... Bi' kısmı der almayalım, bu bi' tuzak... Alalım, almayalım, alalım, almayalım, hızır idi yunus idi derken alırlar içeri... Şenlikler, nümayiş, temaşa... Savaş bitti diye tüm ordu alkolün dibini görür, ama saat 22:00'den önce tabi... Neyse işte sonrasında atın karnındaki adamlar çıkar, kapıyı Aka'lara açarlar ve Aka'lar Troia'yı yağmalar. Tam da bu esnada, elinden hiçbir iş gelmeyen Paris'e bir göz atmak gerekir. Paris kimdir? Nedir? Necidir? Kaç paralık adamdır?

Paris'e anası Hekabe hamileyken, bir rüya görür... Rüyasında kızgın kumlardan serin sulara atlıyorkene bir anda ortalık fena halde yanmaya başlar... Derhal Rezzan Kiraz'a giden Hekabe öğrenir ki doğuracağı oğlan Troia'nın sonu olacaktır... Fakat tabi kürtaj yasak olduğu için çocuğu doğurur ve doğaya salarlar... Doğada çeşitli hayvanlar tarafından büyütülen Paris iyice insanlıktan çıkar... Ama sonra baba evine (Mahinur Ergun) bir şekilde geri döner... Askerlik görevini Kırkağaç'ta yaptıktan sonra da işte Helen'i kaçırır bu insan kişisi...

Troia yağmalanırken Paris eline bir ok ve yay alır ve Achilleus'un karşısına çıkar... "Yürü git la bu mahalleden. Sıkarım valla topuğuna.(tarihteki ilk mafyatik oluşum)" diyince Achilleus hadi len diye cevap verir ama Paris haikaten de topuğuna sıkar Achilleus'un... Ve Achilleus ölür. Şimdi diyeceksin ki ulen topuğa sıkmakla adam mı ölürmüş. Aga şimdi bu Achilleus'un anacığı Thetis, bunu duzlu suynan yıkarken bi' tek topuğunu suya batırmaz... O su da ölümsüzlük suyu değilmiymiş meğersem... Olaylar olaylar...

Troia'da taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmamasına ramak kalmışken, Troia'dan bir avuç insanı İDO vapuruna bindiren Odysseus (bu Odysseus ismi zamanın mehmeti gibi bi şey.. Şeyini sallasan Odysseus'a çarpıyo' o dönem, eeeee kılıcını...) yepisyeni cillop gibi topraklara yelken açar. Ve efsane burda biter...

Odysseus ve gemisi (temsili)

Kıssadan hisse: Kırmızı bağcık seviyoruz diye her ayakkabıya bağlayacak değiliz... (by tlt.c)


"Ama macera bitti mi, hağğğyııır yooooğğğ" diye diye dizlerinize vura vura ağladığınızı görür gibiyim sayın okur... Bizde macera biter mi allaasen... Sen blogu takip et... Gerisini bana bırak...


4 Ekim 2013 Cuma

Tarihin ön balkonu - Efsaneler (Lecınds) II'nin Devamı


SİZE TO BE CONTINUED DEMİŞTİM

Özledin değil mi beni okur? (kendini zorla övdürmeye çalışmak) Haydi o halde devam edelim.

kızlı erkekli şölen yapan olympus tanrıları (bkz. zümme haşa)



Şimdi efenim bu Zeus denen deyyus afedersin, sürekli bir cümbüş, cemiyet halinde olmayı seven, eğlencenin, itliğin kitabını yazmış bir hergele olarak yine bir ziyafet düzenler. Katılacaklar listesine baktığında baya keyfi yerine gelir, sülün gibi mankenlerden, sülün gibi mankenlere kadar herkes gelecektir. Der ki ben bu kavga tanrıçası Eris'i davet etmiyim, içince kavga çıkartıyo', hayır tanrıça olduğundan bir şey de yapamıyorum, en iyisi davet etmiyim tadımız kaçmasın aga, diyerek davet etmez Eris'i. Eris de bunun üzerine, 'dur pen size pir Ali Cenguz oyuni edeyum de cörun' (aha karadenizli tanrıça var) diyerekten üzerinde "Tüm Gadunlarun En Cüzelune" yazan altın bir elma yollar. Şimdi Zeus'a kalsa elmayı Hera'ya verecek kurtulacak da bunun Athena'sı var, Aphrodite'si var, var oğlu var. Der ki şu Paris'i çağırın gelsin. Ha neden Paris'i çağırdığını daha sonra anlatıcaz. Efsane içinde efsane, iş içinde iş var aga.

Paris gelir ve elmayı Aphrodite'ye verir, Aphrodite de bunun karşlığında Paris'i Helen'e aşık eder. Helen'i ayartmasının asıl sebebi budur.

Neyse geçen bölümde nerede kalmıştık?
- Hocam? Hocam?
Söyle yavrum. (yavrum derken iyi manada)
- Aka'lar Troia kapılarına dayanmış zile basmışlardı.
Aferin otur sıfır.

Şimdi efenim bu Troia kenti, surlarla çevrili olduğundan, afedersin ama herkesin de öyle rahatça zapt edebileceği de bi' yer değil. Herkes akıllı olacak! (yazar burda coşmuş olabilir.ama olmayabilir de.) Aka'lar da zile basıp beklerler. Açan olmaz tabi. Kısa bir süre bekledikten sonra (9 yıl gibi), Agamemnon, kardeşi Menelaos'u yanına çağırır. Der ki;"Oğlum bak, 9 sene geçti lan. Adamlar çıkmıyor. E biz de giremiyoruz. Bence bu bizim savaşımız değil zaten. Karına sahip çıkamadıysan bana ne olm. Git Paris'le teke tek (Fatih Altaylı) dövüş. Kazanan Helen'i alır, kazanamayan artık ne bulduysa. Bakma öyle mal mal. La yörü git." diye çıkışınca Menelaos da Paris'le teke tek dövüşe çıkar. Tam Paris'in ümüğünü (imik) sıkacakken Tanrıça Aphrodite, Paris'i kaçırır. Dingil bir kişiliğe sahip olan, yırtık dondan çıkmayı kendine düstur edinmiş Pandoros adlı savaşçı Menelaos'a mızrak atınca ortalık kan gövde abovv... Bu savaşta Achilleus'un bi' işi yoktur. Uzaktan patlamış mısırını almış, şezlonga kurulmuş izlerken bi' bakar Hector, Achilleus'un yâreni (bkz.erkek arkadaş,ama kötü manada) ve o sırada kendi zırhını giymiş olan Patroklos'u öldürüverir. Achilleus bu, durur mu? Pehey! Koskoca yarı tanrı. Yokuş aşağıya giden 500T otobüsü gibi koşturarak savaşa girer ve...

Savaşa giren Achilleus (temsili)


Böyle bitirmeyi de çok seviyorum. Tam en civcivli yerinde. Ahahahaha okur. Evet.

en nihayetinde bu da to be continiued

3 Ekim 2013 Perşembe

Tarihin ön balkonu - Efsaneler (Lecınds) -II


MİTOLOJİĞİM EZELDEN

Şimdi efendim, bu Eski Yunan medeniyeti şarapçı yapısıyla bir çok efsane üretmiş bir medeniyettir. Eğitim sisteminin de efsanelere dayanması (bkz. Özel Homeros Kolejleri) bu üretimi arttırıcı rol oynamıştır. Aşağıdaki efsanemiz, Çanakkale'de geçmektedir. Haydi bir bakış bakalım, kalbimizi yakalım.

Ilyada Efsanesi'ne Giriş (by Dj Homeros Sensation Greek)




"Ben filmini izledim bi tek yea" dediğinizi duyar gibiyim. O zaman filmde anlatılmayan gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi gringo.

Dönemin Sparta kralı Menelaos'un kalbinin derinliklerinde yatan tek gaye, Çanakkale sahillerinden bir arazi kapatıp buraya otel yaptırmaktı. Fakat Troia (Truva değil doğrusu troia, truva fransızların söylediği bir şey, ayık olalım) kenti özellikle surlarından dolayı ele geçiriliemez bir yapıdaydı ancak daha da önemlisi bu kentin insanlarının tamamı Boğa burcundan olduğu için pek etliye sütlüye karışmıyorlar, böylelikle Menelaos da saldırmak için bir bahane bulamıyordu. Menelaos, "illa ki bi itlik yapar bunlar lan" diyerek Troia'lı iki prensi, Hector ve Paris'i Sparta'ya davet etmişti. Paris, içince sapıtan bir arkadaş olduğundan, sanki koca Sparta'da hiç hatun yokmuş gibi Menelaos'un karısı Helen'i ayartıp kaçınca (bkz. ırz düşmanı), Menelaos, kardeşi Miken kralı (deveyi diken, insanı miken kralı) Agamemnon'u da yanına alarak Aka ordusunu toplar, yoldan da Achilleus'u da çağırıp Troia kapılarına dayanır ve zile basar. Bu sırada Priamos, oğlu Paris'e tekme tokat girişse de savaş çoktan gelip çatmıştır.

Bunlar savaşa kadarki kısmın bilinenleridir. Halbuki savaşın asıl nedeni, Olympos Tanrı ve Tanrıçalarının, Candy Crush'tan sıkılıp, değişik bir şey istemeleridir. Aphrodite'ye ezelden beri gıcık olan baş tanrıça Hera Aka'ların yanındadır. Baş tanrı Zeus ise olayı patlamış mısır ve frigo eşliğinde yukarıdan izlemekte ve çok sıkılmaktadır. Bir sürü kıllı terli adam görmekten içi bayılmıştır. Bu arada karakterlerin hemen hepsinin doğumunda da bir rol oynadığı için kanalı değiştirememektedir.

-Karakterleri Tanıyalım-

Zeus: Baştanrı.. Nerde itlik puştluk var Zeus orda. Tüm yunan medeniyetlerini haraca bağlamış eski kulağı kesiklerden bir tanrıdır bu.
Hera: Zeus'un kağıt üzerindeki nikahlı karısı. Troia savaşı sırasında Aka'ların tarafındadır. Kıskanç, yelloz, geçimsiz, halıyı alt balkona silkeleyen bir yapısı vardır.
Athena: Savaş tanrıçası olan bu ablamız da savaşta Aka'ların tarafındadır. Nedeni bir sonraki bölümde. Kaçırmayın.
Aphrodite: Banu Alkan'ı düşün. Ama kasesiz halini. Hah öyle bir şey.
Eris: Olayların hazırlayıcısı bu yelloz aslında. Kavga tanrıçası olarak bilinir.
Paris: Şımarık prens. Gerçi bunun da başına gelmeyen kalmamış küçükken.
Hector: Aklı başında prens. En çok buna üzülüyorum ben ya.
Menelaos: Bilinen ilk ren geyiği.
Agamemnon: Fırsatçı ağabey.
Helen: Dönemin Victoria's Secret mankenlerinden.
Priamus: Paris ve Hector'un babası. (keşke bu Paris'i yapacağıma kumdan kaleler yapaydım)
Achilleus: Sadece topuğundan vurulduğunda öldürülebilen, yarı insan, yarı tanrı, yarı kokoreç bir kişilik.

(to be continiued)

2 Ekim 2013 Çarşamba

Tarihin ön balkonu - Kavimler 4





BU YAYINDA ÜRÜN YERLEŞTİRME BULUNMAKTADIR.



Merhaba sevgili bilgi açları, tarih aşıkları, sevgi kumkumaları. Yeni bir kavimle daha birlikteyiz. Ama ciddi düşünüyoruz. Nişanlı gibi.



ETİLER (m.ö.333-332)

Günümüzde bile halen bir çok unsura ya da yerleşim bölgesine adını veren bu güzide kavim, bilinenin aksine Hititler'in diğer adı değildir. Etiler Hititler'den çok önce, teeeee o zamanlar bugünkü Isparta yakınlarında kurulmuş bir kavimdir. Bisküviyi bulan ilk medeniyet olarak obezite ve/veya aburcubur tarihimize adını atlın harflerle yazdıran Etiler'in kurucusu Kre-malı'dır. Kurulduktan bir süre sonra, icad ettikleri şeye "bisküvi, püsküüt, püskevit büskevi" gibi isimlerden hangisini koyacakları konusunda uzun tartışmalara girişmişseler de başka bir numaraları da yoktur yani. m.ö.332 yılında raf ömürleri bittiği için yok olan Etiler'e ait kalıntılar bugün benim masamın üzerinde görülebilir. (bkz. ofiste bisküvi yemek) Başlıca geçim kaynakları bisküvi ve hiç alakası olmadığı halde devekuşudur.



Aşağıda Etiler'den kalma bazı kalıntılar görülebilir.


1 Ekim 2013 Salı

Tarihin ön balkonu - Efsaneler (Lecınds) - I




HAKAN PEKER GİBİYİM, BEYAZ VE İNCE

Sevgili feripedia takipçileri (he gülüm he canım söyle),

Yazının bulunuşundan itibaren insanoğlu, şarabın da bulunuşunun etkisinde, baya bi' öykü, hikaye, şiir, sonra efendime söyliyim hızını alamayıp destan falan yazmıştır, yazmasa da söylemiştir, söylemese de bi şekilde işte ne bileyim ben...

Birazdan burada göreceğiniz efsane de bunlardan bir tanesidir. Şimdi koltuklarınıza kurulun, mohitolarınızı elinize alın ve ismet diye bağırın... Şaka yav şaka.. Ercüment diye bağırın...

Evet..


Ferhat ile Şirin Efsanesi (en iyi bildiğimizden başlayalım)


Ferhat'ın resmi (temsili)


Tüm cancağızlarımın kulaktan dolma da olsa bildiği söz konusu efsaneyi tüm ayrıntılarıyla ve bilinmeyen yönleriyle inceleyeceğime, doğruyu, yalnızca çarpıtılmış doğruyu yazacağıma, Steve Jobs adına and içerim.

Bugünkü adı Amasya olan, zamanın en güzel şehri Amasya'da, nakkaşlıkla uğraşan bir arkadaşımızdır Ferhat. Askerliğini Eğirdir Dağ Komando'da yaptıktan sonra baba mesleğine dönen Ferhat, dönemin valisi Mehmene Banu tarafından (isim dediğin böyle olur olm) yeni yaptırdığı villanın iç dizaynı için anlaşır ve valinin evine gider. (bilmeyenler için kelime nakkaş: iç mimar gibi ama tam da değil gibi.) Valinin villasına gidince feysten yer bildirimini yapan (at Vali's villa :P ) Ferhat kapıdan içeri girip valiyle buluşur. Vali istediklerini anlatır ve bir yandan da evi gezerlerken, üst katlardan üzerinde pareosu ve bikinisiyle Şirin inmektedir. Şirin'i gören Ferhat, askerden yeni gelmiş olmanın da verdiği sıkıntıyla(!) kıza oracıkta aşık olur ve gelirken bindiği minibüste aşık olduğu diğer 67 kızı bir anda unutuverir. Şirin de Portorikolu sevgilisinden yeni ayrılmış olmanın verdiği boşluk hissiyle adeleli Ferhat'tan hoşlanmamış değildir.

Günler günleri kovalar, geceler feysbuk ve instegram arasında geçip giderken aşkları daha da büyüyen bu iki yanıcı madde sonunda bir araya gelir. Ancak bu durumdan, kurduğu ekip sayesinde sürekli interneti kolaçan ettiren valinin de haberi olur. Ve Ferhat'ı yanına çağırtır. "Şu parayı al kızın peşini bırak", "Bak seni sürdürürüm buralardan" , "Sen kim köpeksin lan benim kız kardeşimi alacak" gibi rutin cümlelerden sonra bakar ki Ferhat ciddi, o zaman der ki; "Olm tamam, Şirin'i sana veririm ama bi şartla. Te şurdaki dağı görüyon mu?", Ferhat "evet" deyince, "işte o sana girsin ahuhuahu yok yok şaka, o dağın arkasında bi su kaynağı var, bıktım lan artık damacana su içmekten. Bidonu 6 lira oldu olm. Suyu şehre getir kızı götür." gibi saçma bir istekte bulunur.

Ferhat başlar çalışmaya. Bu arada #direnferhat tt olmuştur. Kırk gün sonra (hep de kırk gün zaten, 37 olsa olmaz) vali bakar Ferhat manyağı bu işi halledecek, bir tane cadı kadın buldurur, der ki git Ferhat'a söyle Şirin intihar etti. Cadı kadın Ferhat'a gider der ki Şirin öldü(bari alıştıra alıştıra söyle be kadın). Bunu duyan Ferhat elindeki çapayı (çapa-şehremini) yere atıp üzerine de kendisi atlayarak saçmasapan bir şekilde intihar eder. Şirin de intihar eder sonra. Vali de ben de boş durmayayım lan deyip o da cadı kadını öldürür.Efsane efsane değil kurban bayramı gibi olur.

Kıssadan hisse: En güzeli erikli su.

Tarihin ön balkonu - Kavimler 3


BEN SİZİ DİNLEDİM SAYIN BARDAKÇI

Yeni yayın döneminde yine birlikteyiz. O zaman hooop gelsin üçüncü kavim. (bkz. üçüncü kavim)


TANS-UÇİLLER (m.s. 95 - 96)

Muğla, Milas yakınlarındaki Miletos antik kentinde yapılan ama bir sonuç alınamayan araştırmalardan sonra başka yerlere de bakılmış ve bugünkü Sibirya taraflarında kalıntılarına rastlanmış olan bu kavim, tarih sahnemizde bir dönüm noktasıdır. Başlıca geçim kaynakları küt sarı saç ve sadece bu kavime ait bir tür reçine olan öze-rçil adındaki maddedir. Tarihte ilk kadın hükümdar olma özelliğini de taşıyan, kavimin kurucusu Tans-uçil, kısa boylu ama çok acımasız, bir o kadar necmettin, filhakika remayözcü yapısıyla karşımıza çıkar. Tarih sahnesinden silinmeleri konusunda çeşitli spekülasyonlar olsa da, küt sarı saçın modasının geçmesi asıl sebep olarak tarihçiler tarafından kabul edilmiştir. Özellikle mesutlarla girdikleri savaşlarla ünlenen tans-uçiller, amazonlarla olan akrabalıkları nedeniyle, biraz çekinilen, öyle herkese yüz vermeyen, ama kızların teklif ettiği bir kavim olma özelliği taşır. Bugünkü Bodrum'da bir de tapınakları bulunur ama çok araman lazım.


















(Tans-uçil'in resmi temsili)

Tarihin ön balkonu - Kavimler 2


DAMDAN DÜŞTÜ BİR KURBAĞA

Bugünkü ikinci kavmimizi hemen aşağıda göreceksin. Korkma.


FÜNİKÜLER (m.ö.45 - m.ö. 46)

Yapılan hummalı çalışmalar sonucu ele geçen belgelere göre, bugünkü Norveç ile Dalaman arasında kurulmuş olan bu kavim, tarihte ilk fön makinasını bulan kavim olarak kayıtlara geçmektedir. Louvre Müzesi'ndeki gizli bir kasada (tam yerini belirleyemedik, bi sürü güvenlik var) sergilenen ilk fön makinası, oldukça ilkel olmakla birlikte dönemin Kuaförler ve Berberler Odası başkanı tarafından ödül almış bir başyapıttır. Kurucusu I.Rowenta olan Füniküler kavmi, özellikle toplu olarak banyo yapmalarıyla ün kazanmışlardır. Kuaförlüğün temelini atmış olan bu kavim, özellikle savaşa giden kral ve prenslere ve kraliçe ve prenseslere, düğün, bayram, sünnet, mevlid gibi organizasyonlarda destekçi bir kavim olmuşlardır.Saç düzleştirme ve perma başlıca geçim kaynaklarıdır. Tarih sahnelerinden silinişi yine bir toplu banyo sırasında fön makinasının suya düşmesiyle elektrik çarpması sonucu... Maalesef.. Offf ki ne of.. Cayır cayır...

Aşağıda fünikülerden kalma bir fön makinasını görüyoruz. (bkz.aşağısı)


Tarihin ön balkonu - Kavimler





N'ABER OKUR? (Okurla senli benli olmalar)



Tarihimiz. Ah şanlı tarihimiz. Ve tarihimizde adı sanı duyulmamış, tarih sahnesinde çok az kaldığı için kimselerin bilmediği kavimleri bu başlık altında inceleyeceğiz sevgili toktamışlar. Bu kavimlerin bulguları bana ve Tlt.c'ye ve dahi Mehmet M.'ye ait olup, bu adamların kim olduğuyla ilgili spekülasyonlara daha sonra yer verilecektir.


Ve işte ilk kavmimiz.


Malazlar (m.ö.3-m.s.1)

Bugünkü Kayseri, önceki günkü Pendik yakınlarında kurulmuş bir devlet olan Malazlar'ın başkenti Kav'dır. M.ö. 3 yılında, dönemin encümen azası Vasati Kırkçöp tarafından kurulmuş olan Malazlar'ın tarih sahnesine çıkışı, sigaranın bulunuşundan hemen sonra kibriti bulan ilk kavim olmalarından hemen öncedir.(bkz.sigaranın bulunuşu). Geçimlerini kundakçılık ve tarımla kazanan bu kavim, başlarda rüzgarlı yerlerden kaçınmalarıyla bi' tuhaf karşılansa da, çakmağın bittiği durumlarda işe yarayan bir kavim olmanın getirdiği dayanılmaz çekiciliğe sahiptirler. Özellikle yemek yapan annelerin ve sarı bıyıklı amcaların bu kavmin soyundan geldikleri düşünülmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda Malazlar'ın kurucu Vasati Kırkçöp'ün, bir eğlence sırasında, kutsal kibriti yakması ve samanların üzerine düşürmesiyle tarih sahnesinden silinmiş oldukları ortaya çıkarılmıştır."köküne kibrit suyu" deyimi yine bu kavmin dilimize kazandırdığı bir deyimdir.


Melek misin gümüş söğüt dalı mı? (level 1)

MERHABA SAYIN OKUR

Bu blogun kuruluş amacı tamamen eğlence içerikli olup, gerçek kişi, kurum, otobüs şoförü ve diğer bazı başka bloglarla alakası yoktur. Ama olabilir de. Şu an ne olacağını kim kestirebilir güzel kardeşim.

MİSYONUMUZ

Bir takım uydurmalar bunlar. Dış mihrak olur, ne bileyim iç mihrak olur, her türlü mihraka kapımız açık. Velev ki açık olmazsa. Neyse konuyu dağıtmayalım. Pespaye görünüşünün altında, gerçekleri çarpıtarak, yalan yanlış bilgiler vererek, ama hep doğruyu arayarak geçirilen zaman dilimi, söyle bana boşa geçmiş sayılır mı? Bi' de kamyonlar kavun taşır.

VİZYONUMUZ

Geniştir.

KURULUŞ AMACIMIZ

Termostatlı karıncayiyenlerin çektiği zulme parmak basmak.




AYAKKABI NUMARAMIZ

42.



Umarım bir gün tüm bilgi kaynakları tükendiğinde sadece buraya muhtaç kalırsın allahımm inşallahhhhh.. Amin.